Birgün Gazetesi Röportaj

Ağustos 2004
 
Nazire Dedeman
Umut Vakfı Kurucu Başkanı

 
-  Bireysel silahlanmaya karşı mücadele eden bir sivil toplum kuruluşusunuz. Bu konuda diğer STK’ lardan ve devletten gerekli desteği alıyor musunuz?
Bir ülkede herhangi bir toplumsal sorunla mücadele edilecekse, mutlaka devletin, medyanın, sivil toplum kuruluşlarının ve yurttaşların desteğini almak gerekir. Bu olmazsa olmaz bir unsurdur. Türkiye’de ise maalesef sivil toplum bilinci henüz emekleme aşamasında olduğu için, bireysel silahlanmaya karşı mücadelemizde bizlere destek olan sivil toplum kuruluşlarının sayısı çok fazla değil. Fakat, 10 yıllık mücadelemizin bu evresinde gerek devletin, gerek sivil toplumun ve gerekse kamuoyunun desteğinin gözle görülür derecede arttığını belirtmek gerekir. Bu destek artışı olmasaydı, çalışmalarımız toplumda bu denli karşılık görmezdi. Bu vesileyle, gerçekten misyonumuza destek vermiş tüm kişi ve kurumlara teşekkür borçluyuz.
 
- Bireysel silahlanmaya karşı devlete ve topluma ne gibi görevler düşüyor? 
Bireysel silahlanma sorununun çözümlenmesi için üç yönlü bakmak gerekiyor. Eğitim, hukuk ve kamuoyu. Eğitim ve hukuk boyutunda devlete düşen görevler tabii çok önemli ve elzem. Öncelikli olarak ateşli silahlar ve bıçaklar hakkındaki yasanın çağdaş ülkelerin ilgili yasaları dikkate alınarak düzenlenmesi gerekiyor ve cezaların caydırıcı olması gerekiyor. Diğer temel görev ise, Milli Eğitim Bakanlığı müfredatına haklarını öğrenen, bilen ve uygulayan insanların yetişmesi için “Sorumlu Yurttaş Olma” derslerinin yer alması gerekiyor. Çünkü, bireysel silahlanma ve şiddet gibi çeşitli toplumsal sorunların çözümlenmesinde temel noktalardan biridir eğitim.
 
Toplumumuz ise maalesef toplumsal meselelere karşı ilgili ve duyarlı değil. Çünkü, insanlarımız her şeyden önce geçim derdinde. Fakat, hayatımızı refah içinde sürdürebilmemiz ve sağlıklı bir toplumda çocuklarımızı yetiştirebilmemiz için toplumsal sorunlara karşı duyarlı ve ilgili olmalıyız. Yurttaşlarımızın silahın bir şiddet aracı olduğunu ve yalnızca “öldürdüğünü” bilmeleri gerekiyor. Dolayısıyla bir silah sahibi olmak, güç değil, güçsüzlük simgesi olabilir. Şiddeti uygulayan ve başkasının acısından zevk alan insan, güçsüz ve psikolojik açıdan sorunlu insan tipidir. Araştırmalar bunu kanıtlıyor. Bu konuda ebeveynlere çok görev düşüyor. Herşeyden önce, çocuklarını “güç uyguladığı zaman güç sahibi olacağı” fikrini vermemeleri, sorunlarını barışçıl yollarla çözümleyebilecekleri öğretisini aşılamaları gerekiyor. Malum; “tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.”
 
- Bireysel silahlanma karşıtı kampanya sonuç almak için ne kadar etkili olabiliyor. Çabalarınız sonucunda aldığınız somut sonuçlar nelerdir? 
Biz Umut Vakfı olarak “bireysel silahsızlanma” kavramını Türkiye’de ve Dünya’da ilk kez kullanan ve yerleştiren sivil toplum kuruluşuyuz. Dünyada da IANSA (International Action Network of Sivil Arms) “sivil silahsızlanma” kavramını kullanıyordu, fakat artık uluslararası literatürde de “Individual disarmament” kavramı kullanılıyor. Dolayısıyla, ilk kez sorunun kavramsal tanımı yapılmış oluyor.
 
Umut Vakfı 10 yılıdır, kuruluşundan bu yana amaçları doğrultusunda faaliyetler gerçekleştirmenin yanı sıra “Bireysel Silahlanmaya HAYIR” kampanyasını sürdürüyor ve ilk yıllar ilgi maalesef yoğun değildi. Fakat bu uzun yıllarda kampanyanın temeli sağlam atılmış oldu ve  özellikle son üç- dört yıldır kampanyamıza, hem devlet makamlarından hem de  medya ve toplumdan büyük destek alıyoruz. Medyanın desteğini özellikle önemsiyoruz, çünkü sesimizi hedef kitlemize, yani topluma ve bu konuda bizlerle çözüm üretebilecek diğer kurum ve kuruluşlara ulaştırıyor. Bu çok mutluluk verici.
 
Bireysel silahsızlanma konusundaki çabalarımız çeşitli bilimsel araştırmaların yanı sıra, birçok etkinlikle de devam ediyor. Ancak, somut olarak netice beklediğimiz iki çalışmamız var. Bunlardan ilki geçtiğimiz yıl, konusunda uzman kişileri biraraya getirerek, Oyuncak Yönetmeliği ve Ateşli Silahlar ve Bıçaklar Hakkında Kanun İrdeleme Komisyon çalışmaları gerçekleştirdik. Komisyon çalışmaları nihayetinde, yeni bir  “Oyuncak Yönetmeliği”  önerisi hazırlandı ve ilgili raporu Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere tüm ilgili makamlara ulaştırdık ve dikkate alınacağı hususunda cevap aldık. Ancak hala yanıt bekliyoruz.
İkinci çalışmamız ise, halen devam etmekte olan “Ateşli Silahlar ve Bıçaklar Hakkında Kanun”un irdelenerek, yeni bir kanun önerisi hazırlanması. Bu çalışmamız, Eylül ayında tamamlanacak ve ilgili makamlara iletilecek.
 
Çalışmalarımızın toplumda bireysel silahsızlanma konusunda farkındalık ve bilinç yarattığının farkındayız ve örneğin Foça’da serseri kurşunla hayatını yitiren küçük Alistair’in davasında, katilin 36 yıl ceza almış olması bizleri daha da yüreklendiriyor. Demek ki, boşa kürek çekmiyoruz; meşakkatli bir yoldayız, fakat hiçbirşey imkansız değildir.
 
- Son zamanlarda polislerin cinnet geçirip çevrelerine zarar verdiklerine şahit oluyoruz. Aynı zamanda çoğu kalabalık caddede polisler artık silahlarıyla gezebiliyor. Bu konuda sizin düşünceleriniz neler? 
Polisler, içinde bulundukları şiddet olaylarında, yalnızca çevrelerine değil aynı zamanda kendilerine de zarar veriyorlar. Verilere göre son 15 yılda 365 polis intihar etmiş. İntihar eden emniyet mensuplarının yüzde 98’i suçlulara karşı kullanması ya da kendisini koruması için kendilerine verilen silahla hayatlarına son veriyorlar. Geçtiğimiz hafta gazetelerde polisin içinde bulunduğu vahim tabloya ilişkin bir takım istatistikler gazetelerde yayınlanmıştı. Bu istatistiklere göre yılda 150 polis disiplin cezasıyla meslekten atılmış, 13 bin polis suça karışmış, 25 polis intihar etmiş. Son iki yılda ise 942 polis rüşvetten atılmış. Bu veriler, polisin psikolojik açıdan ne denli kötü durumda olduğunu da gösteriyor. Biliyorsunuz ki, toplum kendisini korumakla görevli kolluk güçlerine güvensizlik duyuyorlar. Bireysel silahlanmanın yaygın olmasının önemli nedenlerinden biri de budur maalesef.
 
Polis memurlarının, toplu taşıma araçlarında, görev mahalleri dışında, kalabalık sokak ve caddelerde diğer insanların rahatlıkla görebilecekleri  şekilde silahlarını taşımaları kanımca sakıncalı. Çünkü herşeyden önce silah dikkat çekici bir şiddet aracı, ayrıca suç işlemeye eğilimli ve niyetli bir kişi kolaylıkla polisin belindeki silahı ele geçirerek  rahatlıkla suç işleyebilir. Unutulmaması gereken noktalardan biri de, silahın bir tahrik unsuru olabileceğidir.