"Bireysel Silahlanmanın Nedenleri ve Sonuçları" Paneli

20 Mart 1999
Ankara Kültür Merkezi
Sağlıklı Yaşam Fuarı

Duyguyu ifade etmenin yolu siddet ve silah degildir. Tam tersine siddet ve silah ifade eksikligidir. Yurdumuzda bireysel silah bulundurma, dolayisiyla kullanma hizla artti. Silah kullanma, siddetin en uç noktasıdır.

Panelistler:
Nazire Dedeman
Pınar Türenç
Fikret İlkiz
Nedim Göknil
Mustafa Tören Yücel


 
Panel Konuşmaları
 

Baskan: Efendim, paneli açiyoruz. Hepinizi sevgi ve saygiyla selamliyorum. Bugün konusmacilarimiz ve siz, degerli konuklarimiz ile birlikte Türkiye’de yasanan çok önemli hayati bir olgunun üzerinde duracagiz, odaklanacagiz. Konusmacilarimiz ve sizlerle bu konuyu tartisacagiz.

“Toplumumuzda Bireysel Silahlanmanin Nedenleri ve Sonuçlari” konulu panele hosgeldiniz. Size önce konuklarimi takdim etmek istiyorum. Aslinda hepiniz taniyorsunuz, ancak ben yinelemek de fayda buluyorum. Soldan baslayayim: Sayin Mustafa Tören Yücel, Adalet Bakanligi Adli Sicil Istatistik Genel Müdürü kendisi, hosgeldiniz. Sayin Nedim Göknil, uzun yillar avcilik yapti ve yapmakta, yani silahla barisik bir insan. Sayin Göknil ayni zamanda Halkla Iliskiler Uzmani ve bir sirketin yöneticisi, siz de hosgeldiniz. Sayin Fikret Ilkiz, kendisi avukat. Bize bugün bu konuda “Medya ve Baris” üzerinde konusacak, hosgeldiniz. Evet, hepinizin yakindan tanidigi Sayin Nazire Dedeman, siz de hosgeldiniz, Nazire Hanim’i taniyorsunuz. Dirençli, inançli, bir konuya gönül verdi mi, sonuna kadar giden, çok inançli bir anne ve bir is kadini, hosgeldiniz.

Efendim, kisaca silahlanma yada silahsizlanma konusunda konusacak olursak, kendi notlarimdan baslayayim ben. Birkaç cümleyle ben de tanimlama yapmak istiyorum: Hükümet disi güçlerin, terör örgütlerinin, saglikli sagliksiz, ruhsatli ruhsatsiz herkesin elinde olan “silah” bugün toplumlari tehdit eder duruma geldi. Endiseler giderek büyümekte. Bu noktada Türkiye, “Uluslararasi Silahsizlanma ve Silahlarin Kontrolü” konusunda çalismalar yapmakta. Türkiye’de açiklanan rakamlara göre silahli vatandaslarin sayisi, Silahli Kuvvetlerin elindekilerden daha çok! Rakamlara dökmek istersek olay korkunç boyutlara ulasmis gibi geliyor bana. Belki bugün buraya konacak tabloda bu rakamlar daha da büyük olacak yada sizlerden veya konusmacilardan gelecek -bilemiyorum- tartismalardan bunun benim düsündügüm kadar korkunç olmadigi ortaya çikacak.

Evet, istatistiki rakamlara göre Türkiye’de her üç kisiden biri silahli! Bu konuda istatistiki bilgilerde saniyorum Sayin Yücel’den gelecek bize. Devlet adina birtakim istatistiki bilgiler belki bize aktarilabilecek.

Bu noktada önce sözü Sayin Dedeman’a vermek istiyorum. Nazire Hanim bu konuda çok ama çok dolu. Buyurun Sayin Dedeman.

Dedeman: Çok tesekkür ederim. Degerli konuklar, hepiniz hosgeldiniz.

Umut Vakfi 1993 yilinda kuruldu. Kurulusundan bu yana Bireysel Silahsizlanma ödüllü, yarismalar ve konferanslar düzenleyerek toplumumuzun bireylerinde hizla gelisen silah bulundurma gereksiniminin nedenlerinin arastirilmasini tesvik etmeye çalisti. Amaçladigi kaba kuvvetin, siddetin gelismesini önlemek ve bunu da yaparken hukuk devletinin varligini güçlendirmektir.

Son yillarda denetimsiz silahlanmanin ürkütücü boyutlara ulastigini hepimiz gözlüyoruz. Eglence, kutlama vb. gibi olaylar yaninda, her vesile ile bilinçsizce silah kullanma yüzünden onlarca kisinin yaralandigini, hayatini kaybettigini Türk basininin mansetlerinden her gün okumaktayiz ve hayatini kaybedenler hep masum insanlar.

Duyguyu ifade etmenin yolu siddet ve silah degildir. Tam tersine siddet ve silah ifade eksikligidir. Yurdumuzda bireysel silah bulundurma, dolayisiyla kullanma hizla artti. Silah kullanma siddetin en uç noktasi. Siddet ve silah kullanmaya asiri egilim ise kendini ifade yetersizligi, asiri güvensizlik, kisilik bozukluguna varan psikolojik sorunlardan kaynaklanabiliyor. Bu nedenle siddet ve silah kullanma bir toplum sagligi sorunudur. Sadece silah kullanma degil, silah bulundurmanin da sagliga zararli oldugunu biliyoruz. Silah, her kosulda aileye aci ve keder veriyor. Sorumsuz ellerdeki silahlar sonucu gelen bu umut kirici olaylar hepimizin güveninin sarsilmasina da neden oluyor. Insanimizin insana deger vermemesi, egitim eksikligi, kurumlarimizin sorunlari tam olarak dile getiremeyisi kontrolsüz ve bilinçsiz bir ortam olusturmakta, insanlarimiz egitim eksikligi ve psikolojik sorunlarla dejenere toplum haline gelmekte ve bizleri de büyük sorun ve karmasayla karsi karsiya birakmaktadir.

Fiziksel güç Tanri vergisidir, hem bireyler için hem de türler için bu böyle. Güç, alet kullanilarak arttirilir. Türler açisindan alindiginda akil da Tanri vergisidir. Alet kullanmak ve alet gelistirmek akil ister. Bu nedenle insana özgüdür. Diger varliklar alet gelistiremez. Silah da insanoglunun gelistirdigi bir alettir ve saldiri gücünü arttirir. Savunma amaciyla da kullanilsa silah, bir siddet aracidir. Siddet Tanri vergisi degildir. Ögrenilir, kosullar uygun oldugunda da ortaya çikar. Toplum her birimize kime karsi ve hangi kosullar altinda siddet kullanabilecegimizi ögretir. Bunun töresini, yasasini saptar. Silah gibi siddet kullanmak da ögrenilmis bir davranistir. Silah siddete yatkin kisilerin uygun kosullarda kullanilmasi için gelistirilmis bir alettir. Su halde silahin mesrulastirilmasi siddetin de mesrulastirilmasidir. Silah bulundurma ve tasima ruhsatlari bu mesrulastirmanin yasal kanitidir.

Denebilir ki: “Silah, siddete karsi savunma araci olarak kullanilmaktadir. Bu nedenle siddete yatkin olmayan kisiler silah bulundurabilirler.” Toplumsal kosullarimiz. göz önüne alindiginda bu makul bir görüs olabilir. Öyleyse silah ruhsati bu tür kisilere verilmelidir. Silah ruhsati talep eden kisilerin aynen sürücü ehliyetinde oldugu gibi belirli bir süre egitim almaya zorunlu kilinmasi ve barisçil yapisi uzmanlar tarafindan saptandiktan sonra silah ruhsati verilmesi gerekir. Yasa koyucudan birinci istemimiz budur. Ikinci istemimiz ise ruhsatsiz silah bulundurmayi caydiracak çok etkili önlemlerin alinmasidir.

Bunlar ara önlemler. Asil olan siddete basvurma gereksinimini ve araci olan silah kullanimini toplumumuzda yok etmek, hiç degilse aza indirmek. Bunun için de bölgesel ve toplumsal kosullarimizi degistirmemiz gerekiyor. Siddete gerek duymadan sorunlari barisçil yollardan çözmeyi basaracak kusaklar yetistirmemiz gerekiyor. Kisacasi ögretimimizi degistirmemiz gerekiyor.

Bes yil önce oglum Umut öldürüldü. Ben, oglumun neden öldürüldügünü daha dogrusu öldürülüsünün gerçek nedenini hala bilmiyorum. Ancak çok önemli bir gerçegi biliyorum: oglum o mekanda varolan bir ruhsatsiz tabancayla kursunlandi ve öldürüldü. Bu nedenle “Bireysel Silahlanmaya HAYIR!” diyorum. Ates düstügü yeri yakar! Bu benim acim. Ama yurdumuzda bu ates çok yeri yakmaya basladi. Yalnizca geçen ay bireysel silahlar ile 25 kisinin yaralandigini yada öldügünü duyduk. Örneklerimiz çok. Kizginlik aninda yapilan olaylar orada o tabanca olmasa sadece bir kavgayla bitecek iken, hatta barisçil yollarla sorunlarini sonradan götürebilecekken, maalesef tabanca oldugu zaman bir ölüm ve bir mahvolmus hayat oluyor.

“Bunlar gerçekten talihsiz olaylarla oluyor, amaç disi kullanim örnekleri” denebilir, ama ruhsatli silah bulundurmanin asil amaci da savunmadir. Sorumlu vatandasin kendini savunmasi için devlet verir ruhsati, hatta silahi. Devlet yurttasini koruyamiyorsa bu islevi yurttasin kendisine yükleyebilir. Ama böyle bir devlet de “hukuk devleti” oldugunu öne sürmemeli! “Namuslu yurttas kendi güvenligini kendi saglasin” diyen devletler çikabilir, demeyen devletler de çikabilir.

Bir yildir yaptigimiz arastirmalarda bize örnek olarak Japonya gösterildi. 1997 yilinda bireysel silahlar ile ülkelerinde 117 siddet olayi meydana gelmis. Bunlarinda 22’si ölümle sonuçlanmis. Nüfusu Japonya nüfusunun 2 kati olan ABD’de ise ölümle sonuçlanan silah içeren siddet olaylarinin bilançosu 96 yilinda 10.744 ölü. Amerika, Ingiltere ve Avustralya medyanin destegi ile olusturdugu kamuoyu sonucunda siyasilere etki etmisler. Ve silahlara iliskin yasa degisikleri ile ülkelerindeki bireyse silahlanmayi en aza indirgemislerdir. Özellikle Ingiltere ve Avustralya, hemen hemen yeni yasalarla ülkelerindeki bireysel silahlanmayi kaldirmislardir.

Türkiye’de son 8 yilda satilan silah sayisi %358 oraninda artis göstermistir. Yine ülkemizde son 10 yilda sadece polis bölgelerinde ele geçirilen silah sayisi 90.114. ele geçirilen silah sayisi 1997 yilina göre 1996 yilinda %612 artisla gerçeklesmistir. Bu verilere jandarma bölgeleri dahil degildir. Buna da ayrica dikkatinizi çekerim.

Simdi sizlere bir arastirmadan bir bölüm okumak istiyorum:

“Makine Kimya’nin Kirikkale marka tabancalari disinda tabanca meraklilari için pazarda 19 marka bulunuyor. Yerli üretim Kirikkale’den sonra satis rakamlarina bakildigi zaman en çok tutan marka…” diyor ve markalari anlatiyor. Su anda tabanca ithalati fiili olarak sadece Savunma Sanayi Müstesarliginin görevlendirdigi Makine Kimya tarafindan yapiliyor. Makine Kimya, pazardan gelen talebi yabanci markalarin özel sektördeki temsilcilerine iletiyor. Bu talep temsilciler tarafindan yurtdisindaki silah üreticilerine iletiliyor ve silahlar bizzat Makine Kimya tarafindan teslim aliniyor. Dagitim da Ankara’dan yapiliyor. Silah almak isteyenler Makine Kimya’ya 35.000.000 TL kapora yatiriyor. Asiri talep oldugu zamanda 6 ay kuyrukta bekliyorlar. Yurtdisindan getirilen silahlarin mal bedeli, nakliye, sigorta, banka masraflari komisyonlarin üzerine konup Makine Kimya %100 kar koyuyormus bunun üzerine. Bu karin %80’i Savunma Sanayi’sine, %20’si de Polis Vakfina veriliyormus.

Polislere silahlari veriyoruz, halka silahlari veriyoruz. Ikinci rant olarak da polislere silahlari tekrardan rant elde etsinler diye silahlari satma hakki veriyoruz. Yani ayrica polis eliyle de silahlandiriyoruz halki. Söyle bir paragrafi okumak istiyorum bir demeçten: “Devlet, muhtelif yollardan ele geçirilen silahlari ruhsatlandirarak “zor alimlar” adi altinda polis ve askere çok düsük fiyatlarla satmaktadir. Polis ve askere 2 ila 12 milyon lira arasinda satilan bu silahlarin %80’i piyasaya geri dönüyor. Bunlar hakikaten korkutucu ve üzücü. Bilindigi gibi bu silahlar devlet eliyle yeniden topluma kazandirilarak Makine Kimya elinde kalan tüm tabancalari tüm devlet memurlarina taksitle satisa çikartildigini ayrica belirtmek isterim. Bir dostum bana bazi belgeler ulastirdi. Bu belgeler hastane bashekimine gelen silah satisini personele resmi duyurma yazisi ile bashekimin personeline yazdigi ve silah almalarini özendiren yazisi ve müracaat formu. Dostum ön yazisinda söyle diyor: Yasanan cinnet beni fena halde ürkütmekte Çocuklarimin gelecegi ilgili endiselendirmekte. Elinize ulastirmaya çalistigim belge PTT Hastanesi personeline bashekim imzasi ile gönderilmis. Yalnizca “okumus” olarak nitelendirecegimiz doktor, ögretmen, hemsire degil, hastabakici gibi alt kültürden mesleklerdeki tüm hastane personeline yöneliktir. Durum Sivil Savunma gibi gözükse de apaçik “Sivil Saldirmaya” resmen tesviktir.”

“Sivil Saldirma” lafi hakikaten çok hos bir degerlendirme. Bu arada Makine Kimya Endüstrisinin kayitlarina göre silah ithalatinin basladigi 1990 yili basindan bugüne Türkiye’de 111.314 yabanci ve yerli üretim silah satilmis. Ithal için vatandasin ödedigi para miktari da 213.634.570$. Korkunç! Söyle söylüyor hatta: Yabanci marka 32.764 tabanca, tüfek. Buna ödenen para günümüz fiyatlariyla 8.6 trilyon lira oldu diyor. Fisegiyle birlikte vatandasin cebinden çikan para 11.5 trilyon. Hakikaten bayagi da bir rant var bu isin içinde. Halkimiz silahlaniyor ama, birileri de buradan rantini aliyor. Elimizde iste, bu sekilde herkesi silahlandiriyoruz.

Yalniz söyle bir sey var: Silah satisinda yasanan çilginlik son yillarda ruhsat konusunda yeni düzenlemeler nedeniyle azalmalar gösterdi diyor. Istatistiklere baktigimiz zaman 90 yilinda toplam 7.114 silah (tüfek ve tabanca) satilmis. 95 yilinda 44.326, 96’da 47.102. ama 98’e geldigimizde -ilk yarisi Mayis ayinin istatistik tarihi- 7.668. demek ki 98 yilinda silah alimlarinda ruhsatlara getirilen biraz dikkat ve özen silahlarin az satisina neden olmus. Bunlar sevindirici, demek ki yetkililerin dikkatini çok fazla çekmemiz gerekiyor. Bir gazete haberinde de söyle bir baslik var: Vesikali kovboy sayimiz 61 bini asti.

Simdi diger devletlerdeki arastirmalara geçelim: ABD’de silah edinmek kolay, Japonya’da yasak. Demek ki silah bulundurmayi ve tasimayi yasalarla yasaklamak gerek. Bu kolay bir çözüm önerisi oluyor. Çünkü Japonya’da bile ölümle sonuçlanan silahli olaylarin hemen hepsi Boryokudan adli mafya tarafindan ruhsatsiz silahlarla gerçeklestirilmis. Bu silahlarin hepsi de Japonya disinda imal edilmis. Bu bizi bireysel silahlanmanin usturasi boyutuna getiriyor. Üzücü bir anekdot olarak söyleyeyim: Japon gençler arasinda yapilan bir ankette, diger kültürlere özendikleri için gençlerin %62 gibi yüksek bir oraninin silah bulundurmak istedigini ortaya çikartmis. Eger istem bu kadar fazlaysa Japon halki yakinda silahlanmanin yolunu bulacaktir. Ulusal yasalarla yasaklansa bile bu ülke silahlanacaktir. Nitekim silah kaçakçiliginin geçen yil. %86’lik bir artis gösterdigini istatistikler göstermistir. Japonya için üzgünüm, çünkü önümde hep kötü örnekler var.

Bu arada silahlanmis ülkelerde ayrica silahsizlanma virajini alirken nasil yapacaklar? Bunu denemis ayri bir ülke daha var: Kanada. Kanada’da bireysel silahlanmanin yasalarla yasaklanmasina önayak olan dostumuz, ruhsatli silahlar yasaklaninca yasadisi örgütlerin gücünün çok arttigini, buna karsin sorunlu yurttaslarin savunmasiz kaldigini arastirmalariyla saptamislar.

Japonya olgusu ile Kanada olgusunu bir araya getirdigimizde karsimiza yadsinamayacak bir gerçek ve bundan da bir seyler çikmaktadir. Silaha hayir demek kolay, ancak silaha hayir demenin kosullarini olusturmak zor.

Türkiye’de silah ruhsati almanin kolaylastirilmasi ve bireysel silahlanma üzerindeki devlet kontrolünün azalmasi, buna iliskin ceza kanunundaki ceza yetersizligi bireysel silahlanma sorununun büyümesine yasal zemin ve ortam hazirladi. Türkiye’de hem silah sahibi olmanin -özellikle bulundurma amaci ile- çok da zor olmamasi disinda dikkate deger bir baska etken de kayit disi sektörün para getiren ve çok alanda oldugu gibi atesli silahlarin oldukça gelismis ve güçlü olmasi.

Ben biraz kisa kesmek istiyorum.

Baskan: Isterseniz 2. Bölümde devam edelim.

Dedeman: Olur, öyle yapalim.

Baskan: Ben ikinci konugumuza söz vermek istiyorum. Sayin Göknil’den avci gözüyle silah-silahsizlanmayi dinleyelim.

Göknil: Degerli izleyiciler, simdi ülkemizde bir çok konuda oldugu gibi silah denilince de bilinçli-bilinçsiz bir çok yorum pes pese geliyor. Nazire Hanim’in bu konudaki hassasiyetini ve dolayisiyla bu konu ile yaptigi bütün girisimi gönülden destekliyorum, destekledigim için de buradayim. Ancak kendisinin de ifade ettigi gibi bir sekilde irdelenip zapt-i rapta alinmasi bugün derhal ele alinmasi gereken çok önemli bir konu. Ama bunu söylerken de sunu düsünmek gerekir: Acaba silahin ne oldugunu biliyor muyuz? Son derece basit bir sey ama bu silah nedir?

Sevgili izleyiciler bence bu da bir silahtir. Görülüyor mu? Bu da bir silahtir. Bu bir tornavida. Bu da bir silahtir. Bu bir araba, bu da bir silahtir. Buna tekrar gelecegim. Bunlar da silah. Bu da egitildigi zaman bir silah. Hep gazetelerde okursunuz: Katil kamyon, katil otomobil. Katil kamyon, katil otomobil olmaz, bunun direksiyonundaki adamdir katil.

Tabii ki biçak, balta, kesici her türü alet ve atesli silahlarin tümü silah kapsamina giriyor. Peki insanlari silah sahibi olmaya iten sebepler neler? Basta tabii teröristler. Terörle istigal eden zevat. Bunlar bir sekilde silah elde edip, halkimizin, dünyanin canini yakmaya devam ediyorlar. Diger ikinci bir grup psikopat, cani tandansli cürüm islemek için silaha sahip olanlar. Bir takim insanlar silah koleksiyoncusu, modern silah topluyor. Hiç bir amaci yok. Ben, bir süre insan taniyorum Türkiye’de, çil çil silahlar. Içinden kursun bile geçmemis! Sadece arada bir tozunu alip yaglarlar ki, pas tutmasin diye. Ve hakikaten çok keyiflidir, tipki pul koleksiyonu gibi. Bakar, oksar, çevirir, tekrar yerine koyar.

Bir kisim insanlar antika silah toplarlar. Bunlarin bir kismi faaldir, bir kismi çalismaz. Ama silahtir. Ufak bir modifikasyonla çalisir duruma gelir. Bir kismi benim gibi avci. Bir kismi -isim vermek istemiyorum, her halde söyleyince anlayacaksiniz- bir amaca yönelik toplu silahlanan gruplar. Böyle kisilerin oldugu hepimizin duyumu dahilindedir, siyasi olabilir. Bir kisim insanlar da hayati tehlike arkasindan silah sahibi oluyorlar. Hayati tehlike diye ben enteresan bir olguyu da en fazla yasayan ülkenin Türkiye oldugunu düsünüyorum. Önüne gelen hayati tehlike diye silah aliyor. Demek herkeste hayati bir tehlike varsa bu ülke yasanacak bir yer olmaktan çikmis demektir. Birtakim insanlar yarma, iri yari, tipsiz korumalarla dolasiyor. Korumalarda tabanca var. Ayrica o hayati tehlike içinde olan insanin üstünde de var. Sürüyle insanda.

Devletin görevi, bu insanin hayati tehlikesi var mi, reel mi degil mi incelemek. Bunun irdelenmesi lazim. Bazi meslek gruplari gerçekten hayati tehlikeyle karsi karsiya. Medya bunun en tipik örneklerinden birisi. Ama Ahmet Efendi, yahut zengin Ahmet Efendi’nin oglu Mehmet’in diskotege giderken belinde otomatik tabancayla “hayati tehlike altinda” diye ruhsat almamasi lazim, alamamasi lazim. Buna ben silah seven bir insan olarak isyan ediyorum ve sinirleniyorum.

Simdi bu silahlar nereden temin ediliyor? Nazire Hanim bir tane söyledi. Türkiye’de imalati var. Makine Kimya tarafindan ithal ediliyor. Silahli Kuvvetler mensuplari ve Güvenlik Kuvvetleri tarafindan ikinci el olarak satiliyor. Hibe yoluyla, hediye yoluyla yurtdisindan bir sekilde gelen devlet memurlarinin Türkiye’ye getirdikleri silahlar var. Bir yerin Cumhurbaskani, büyükelçiye veriyor. Bilmem nereninki müstesara veriyor, vesaire vesaire...

Nazire Hanim’in çok dogru parmak bastigi bir konu: Üniformali kuvvetlerin ikinci elden silah satisindan saglanan büyük rantlar var. Bunlarin ivedi olarak zapt-i rapt altina alinmasi lazim. Ikinci tur görüsmede sira bana geldigi zaman bütün bu olaylar -evet, bir ölçüde müdafaa ediyor gibi görünsem de, bunun ne sekilde hangi mevzuatlarla, ne önerilerle kontrol altina alinabilecegini birtakim somut öneriler yaparak anlatmaya çalisacagim.

Bu arada sunu da belirtmek istiyorum: Silahtan bahsederken silah, bir de bir kaç bölüme ayriliyor. Nasil bir ara pompali tüfeklerle ilgili her gazete yazdi yalan yanlis. Haber pompali tüfek, bakiyorum tüfege, tek kirma! Bakiyorum tüfek çifte, süperpoze. Birdenbire “katil kamyon” gibi pompali çikti.

Simdi silahlar birkaç gruba ayrilir. Av silahi. Bunlar tek namlu, çift namlu, alt alta, üst üste olmak üzere, pompali, yari otomatik. Yari otomatik diye söyleniyor. Bir tüfek otomatik oldugu zaman harp silahi olur. Her tetik çektiginizde bir kere ates eder silah, yari otomatiktir. Baska türlü bir sivilin otomatik bir silaha sahip olmasi mümkün degildir. Olamaz. Sabod namlulu denilen bir av silahi vardir. Içinden geçen fisegin kendisi setlidir. Dolayisiyla namludan çikarken kursun gibi dönerek çikar. Bir de yivli, yivsiz kombinasyonu olan av tüfegi vardir. Üstü çifte, alti tek yivli tüfektir. Buna rilin derler. Bizde de bunun üstü çiftli alti yivli olan bir tipi vardir. Hatta biz de bir tabir vardir: Üstü kaval, alti sishane diye. Bu tabir buradan gelmektedir. Yivli av tüfegi vardir. Bu, uzun zaman Kennedy’yi öldüren tüfek diye tanimlandi Türkiye’de. Biz millet olarak bayiliyoruz böyle birtakim isimler vermeye. Yivli av tüfegi de av yönetmeliklerimize göre ve dünyadaki benzerleri gibi ancak bu tip silahlarla avlanmasi gereklidir. Bu da yabana zarar vermemek içindir. Baska türlü silah kullanilirsa, o hayvana ates ettiginizde yaralarsiniz, öldüremezsiniz. Yaralamakta avcilikta cinayet ile estir.

Bir de müdafaa ve saldiri silahlari vardir. Bunlar da arttirilmis kapasiteli kisa namlulu -fabrikasyon veya daha sonra demir testeresi ile kesilerek- sadece el kundakli, yani omuza koyamiyorsunuz, yivsiz tüfekler. Iste pompali veya yari otomatik olan bu silahi bir avcinin elinde gördügünüz zaman onun bir avci olmadigini, onun niyetinin kötü oldugunu yahut onun silah meraklisi olmayip sadece bir psikopat oldugunu derhal anlayin. Bir insan bunu tasiyamaz. Tasimamasi lazim. Böyle bir silahin bir sivile satilmamasi lazim. Bunu ancak polis kullanir. Arabada çekip kullanmasi ve olaylara kolay müdahale edebilmesini saglamasi için. Bu tarz bir silahtir. Bu da ancak güvenlik kuvvetlerinin elinde olabilir. Bir de özel silahlar vardir: aticilik için kullanilan tüm silahlar. Bunlar da ortopedik kabzalidir. Özeldir. Bir yerden bir yere tasinir ve sadece yarismada kullanilir.

Ben zannediyorum süremi asagi yukari tamamladim. Bir iki sey daha söylemek istiyorum. Baska ülkelerde silah yasagi ile ilgili -Nazire Hanim’in söyledikleri ile de ilgili bakmak seye isaret etmek istiyorum: Yasaklanmaya çalisilmistir. Yasak basarili olmamistir. Her silah yasagi silah almak isteyen namuslu vatandasin silah almasini engellemis, kötü niyetli insanin silah almasi için ne mevzuata ihtiyaci var, ne kanuna ihtiyaci var. hiç bir seye ihtiyaci yok. Isteyen insan istedigi zaman dünyanin her yerinde, her ülkesinde istedigi silahi bulabilir. Bundan emin olun, altina imzami atarim. Bugün herhangi biriniz ariyorsa -Kalasnikof dahil olmak üzere- herhangi bir silahi bulabilirsiniz. Maalesef bu bir vaka. Zaten hepimizi dehsete sürükleyen gerçeklerden bir tanesi de bu! Çünkü caniler silah dükkanlarindan silah satin almiyorlar, baska dükkanlari var onlarin.

Ben sözü devretmek istiyorum, tesekkür ediyorum.

Baskan: Sayin Göknil’e çok tesekkür etmek istiyorum. Bir sey eklemek istiyorum bu noktada: Ruslarin imalati olan Kalasnikoflar dünya üstünde tam 14 ülkede üretilmekte.

Göknil: Dogru, muhtelif seyler altinda. AK-47’ler Amerika’da dahil olmak üzere bir çok ülkede üretiliyor.

Dinleyici 1: Meraklisina 15 milyon lira! Meraklisina 15 milyon lira!

Baskan: Efendim, simdi size söz vermek istiyorum. Sayin Yücel, “silah ve hukuk” arasindaki baglantiyi ve bazi istatistiki bilgilerden bahsedecek, buyurun.

Yücel: Sayin Baskan, siz konusmaya basladiginiz zaman ve gerek Dedeman, gerekse Göknil, baktim bazi kavramlar söylediler. Belki benim de o kavramlarla konusmama gerek yok, ama ben konusacagim. Izninizle…

Olayin boyutu su: Niye silah var? niye silaha ihtiyaç oluyor meselesi? Niye suç isleniyor meselesine geliyor. Çok dogal bunlar. Suç da islenecek, silah da olacak. Simdi sorun normal sinirlarin disina çikinca basliyor. Nasil ki atesi olmayan bir insan düsünemeyeceginiz gibi, suçtan yoksun bir toplum da düsünemiyorsunuz. Silah burada Göknil’in bahsettigi gibi bir vasita! Simdi bu vasitanin istismari oldugu zaman hukuk devreye giriyor. Hukuk niye devreye giriyor? Çünkü bundan zarar gören insanlarin toplumda korunmasi lazim. Yani bir ölçüde toplumun kendisini korumasi lazim.

Toplum bu korumayi yapiyor mu, yapmiyor mu meselesi toplumun varligi açisindan çok önemli bir soru. Toplum bu amaçla belli bir normatif ortaya koymus: Atesli Silahlar Yasasi. 6.136 sayili yasa. Arkasindan bunun yönetmeligini çikarmis. Acaba bu yasa amacina hizmet etti mi, etmedi mi? Bu yasa ne gibi kriminolojik veya stratejik amaçlarla çikartildi? Ama literatüre baktigimiz zaman kriminolojinin bu detaylara baktigini pek görmüyoruz.

Simdi olayin boyutu çok yönlü. Sosyolojik yönü var, sosyal-psikolojik yönü var, evrensel boyutu var. Ama Türkiye açisindan olaya baktiginiz zaman kültürünün bir parametresi, unsuru silah. Çünkü siddet ve silah bir ölçüde parametrik unsurlar. Çünkü siddet bize o kadar mal olmus bir olay ki! Kan davasi ile baslayan, “kani yerde kalmaz” derler, “kaninin son damlasina kadar”, hatta “kaleminden kan damlar” gibi enteresan ifadelerle dolu bir kültür olusmus. Bu kültürün dogal bir unsuru olarak bir de biyoloji var, bir virüs. Sigara içmek nasil bir unsursa insanligin kanitiysa, silaha sahip olmak da enteresan bir yaklasim. Bakin Japonya’da görüyoruz, Sayin Dedeman’in bahsettigi, Japonya’da bir egilim basliyor. Niye? Artik ülkeler kendi boyutlarinda degil, evrensel boyutta birlesmis vaziyette. Ankara’da ates nasil yaniyorsa, Tokyo’da da, Londra’da da, New York’da da o sekilde yaniyor.

Önemli olan bu. Atesin yankilarinin etkisini Amerika’da oldugu gibi biz yasarsak bu fena. Amerika’da bu korkunç boyutlarda. Amerika’da öyle de, Türkiye’deki boyutu daha mi az ciddi? Bence Türkiye’deki boyutu, kendi boyutunda, kültürel ve tarihsel boyutunda baktigimizda Türkiye’de silaha dogru egilim artiyor. Isin garip tarafi, biraz evvel Göknil’in bahsettigi gibi, terör ve anarsi ile beraber silahin bu üçgende yer almasi özellikle dünya gençligi ve özellikle Türkiye’deki gençligin teröre karsi, siddete karsi egilimi silahi daha ön plana çikarmaya basladi.

Simdi bu çerçevede istatistik görüntülere sadece Sayin Dedeman degil -ben yine de teferruatina girmeyecegim, Göknil de degindi, ama Göknil çok önemli bir konuya degindi. Silah! Silah dedigin zaman biz yasal anlamda atesli silahi aliyoruz. Bahsettigi seyler kesici alet sinifina giriyor. Çok önemli bir seye degindi Sayin Göknil: Vasita.

Vasita ile silahi ben bir görüyorum. Ikisi birbirinden farkli degil. Çünkü Türkiye’de bir zitlik var. Bu zitligi halletmenin tek yolu siddete basvurmak. En kolay yol da elinizde silah varsa, silahinizi çekmek. Simdi bu boslugu gidermenin yollarindan biri silah. Öbürü de hemen arabaya binip gaza basmak. Çok enteresan, araba ve silah. Ikisini de kullanan insanlar. Demin Göknil güzel söyledi: Silah bizatihi adam öldürmüyor, insanlar öldürüyor. O bizi kriminoloji de yer alan bir devrik cümle seklidir: Silah insan öldürmez, insanlar insan öldürür.

Öyle ama bu insanin sorumlulugu meselesi. Demin Sayin Dedeman çok güzel bahsetti: Sorumlu. Yani herkes Göknil gibi silahsever degil. Barisçil degil. Sayin Baskanim da degindi ilk konusmasinda, barisçil degil silahla. Kendisiyle barisik olmayan bir insan, silah ile nasil barisik olsun?

Ben, istatistiklere bakiyorum, çok enteresan: Gerek ölüme sebebiyet veren taksilerde ve gerekse kasten adam öldürmelerde miktar çok fazla artiyor. Birisinde %40 oraninda artis var, birisinde %45 oraninda var. Demek ki Türkiye’de otomobil bir silah olarak kullaniliyor. Iyi ellerde degil! Silah da iyi ellerde degil, o yüzden otomobil de iyi ellerde degil. Adam, Bagdat Caddesinde. Polis: “Ehliyetin” diyor. “Bana ehliyet vermediniz ki!” diyor soför. Dogru. Yani herkes arabayi kullaniyor. Herkes silahi kullaniyor. Ruhsatli adam bile için bile acaba o ehil mi degil mi irdelemesi yapilmiyor.

Klasik laflar var. O laflardan pek hoslanan bir insan degilim. Ama su var: Silahin oldugu yerde silaha basvuru olasiligi artiyor. Otomobilin oldugu yerde otomobil kazasi artiyor. Olayin belki basinda baktiginizda yüzeysel görünümü bu ama, pek öyle olmayabiliyor! Bakin otomobillerin en fazla oldugu yerlerden bir tanesi Japonya. Ama en az kazanin ve en az ölümcül kazanin oldugu yer yine Japonya.

Silahi düzen altina almak, silah suiistimalini azaltmak istiyorsunuz, bunun için ne yapacaksiniz? Akla ne gelebilir? Çok rijid bir “Silah Önleme Yasasi” çikaralim. Güzel, bunun rijid örneklerini görebiliyoruz. Ingiltere’de görüyoruz. Avustralya’da görebiliyoruz, sifirlandi. Ardindan bunun degisen varyansda Amerika’da yasaklanmaya gidildigini görüyoruz. Bütün bunlardan elde edilen sonuç ne? Acaba gerçekten rijid yasalar silah suiistimalini tamamiyla önledi mi, önlemedi mi?

Burada kuskuluyuz. Ama bir varsayim var -arastirmalara bakinca öyle degil- mantiken konuya egiliyorsunuz: Silah nerede çoksa adam öldürme, silah suiistimali o derece fazladir. Yani bunun en güzel kanitini Isviçreli kriminolog Killyass yapti ve onun ortaya koydugu tezi, Amerika’li kriminolog James teyit etti. Bu sekilde bir yaklasim var. bu genelde teorik bir yaklasim. Çünkü teori olmadan herhangi bir arastirmayi yönlendirmeniz kabil degil, halki inandiramazsiniz. Neyle ne amaçlanmak isteniyor? Ilk önce bir teorik referansiniz olmasi lazim. Teorik referanstan bir tanesi silahin varligi. Çok olursa o zaman suiistimal artabilir.

Ikinci enteresan varsayim, belki bu silahin varligi çerçevesinde, acaba bu silah var ama biz herkesin mi silahlanmasini önleyelim, yoksa bazi risk gruplarini mi amaçlayalim? Elimizde herkesin silahlanmasini önleyecek bir mekanizma yoksa, böyle bir imkaniniz yoksa, yani herkesi saglik taramasindan geçirme gibi bir imkaniniz yoksa ne yapacaksiniz? Risk gruplarindan, sosyo-kültürel bakimdan bazi negatif degerlere sahip olan kitleye yöneleceksiniz. Oraya gittiginiz zaman orada yogun bir konsantrasyonla belki çabalariniz daha arti deger kazanabilir.

Akla gelen enteresan bir sey: Ne olacak risk grubu? Kim? Sabikalilar, suçlular, akil hastalari. Bu konuda Iç Isleri Bakanligini takdir etmeden geçemeyecegim. Iç Isleri Bakanligi 8 Temmuz 1997 tarihinde Resmi Gazete’de bu atesli silahlar yasasini tadil etti. Çok enteresan ve dikkate sayan bir tadilat. Bu tadilatta 16. Madde ciddi bir tadilat gördü. Diyor ki: Hemen hemen su veya bu sekilde eline silah bulasmis, bunu suistimal etmis kisi, eski sabikali -sabikasi ne olursa olsun- bir yildan fazla cezaya mahkum olmus olsun -teker teker sayip vaktinizi almayacagim- ama burada Iç Isleri Bakanligi ekstra, rijid ruhsatlama, tasima ve bulundurma ruhsati bakimindan rijid bir rejim empoze etti. Arkasindan yenisini çikardi. Göknil’in de dedigi gibi, bu olayi orada da devam ettirdi.

Göknil: Çok kisa bir sey söyleyecegim. 2 gün evvel gazetedeydi. Adam kendisi beyan ediyor. “Ben 2 kere hapis yattim” diye söylüyor. Yok, sabika kaydinda temiz adam. Böyle seyler de yasiyoruz.

Yücel: Çok haklisiniz simdi. Dogru. Yasa onu da getirdi. Diyor ki: Sabikan silinsin veya silinmesin hiç fark etmez diyor. Sabikan silinse de ben sana vermiyorum, çünkü yönetmelige koydum. Enteresan, bize de geliyorlar: “Sabikam silinmis. Bize ruhsat nasil verilmez?!” diyor. O bizim takdirimiz disinda, Emniyet Genel Müdürlügünün takdiri.

Yani bu konuda tek sey gözüküyor Sayin Baskan, çok önemli: bilgi bankasini iyice güncellestirip, bu türden -risk grubundaki sabikalilar grubunu- insanlari ayirt etmek çok önemli. Sayin Dedeman dedi ki: 98 itibari ile rakamlar geldi. 10.000’lerin altina düstü. Etkisi burada. Bir de halktan bir sey bekliyoruz. Bir yildan fazla oldugu zaman onu silmemize ragmen kaydi arsive aliyoruz. Onun için bizden silah istendigi zaman, bizim bir normal sorgulamamiz var, bir de arsiv sorgulamamiz. Kimse bizden kaçamaz. Yani orada ciddi bilgiler var. O bilgiler çogunun da siyasi hayatini karartan nitelikte bilgiler. O bakimdan sabikali bir kisinin su veya bu sekilde “ben sabikasizim, ben iadesini aldim, ben silah alacagim” diye Emniyet’e gitmesine ragmen imkansiz oldugu ortada. O bakimdan ben bu yönetmeligi taktirle karsiliyorum.

Önemli bir teorik yaklasim su olabilir bundan sonra: bizim mevzuat bakimindan yönetmelik ekstra bir unsur. Yani mümkün mertebe risk grubundaki hedef grubu kontrol altina almak, silah ve ruhsat vermeyi engellemek gerekir. Çünkü bu adamlarin elinde silah olmasina ragmen ruhsati yenilemek istediklerinde ruhsati yenilemeyecekler.

15 dakika dolmak üzere, o zaman ben ikinci partiye sakliyorum. Çünkü konusacak çok sey var ama zaman da kisa diyorsunuz.

Baskan: Konu çok önemli, çok hayati oldugu için diger konuklarimiza dönmek istiyorum. Sayin Ilkiz’e geçelim. Sayin Ilkiz’de avukat, ancak medyanin çok içinde bir insan. Bize silah-medya iliskilerini anlatacak. Daha dogrusu silah-baris-medya konusunda görüslerini anlatacak.

Ilkiz: Tesekkür ederim Sayin Baskan. Hepinize merhaba, hosgeldiniz. Ayrica burada olmaktan dolayi çok mutluyum. Tabii böyle bir fotografin içerisinde gazetecilerin yeri nedir diye soru soruldugu zaman veya gazeteciler ne yapmali sorusu soruldugu zaman bugün bu salondan çok memnunum. Çünkü hiç gazeteci yok. Ama çok sükür 6 karikatürcü arkadasimiz burada. Tabii ben ayrica Nazire Dedeman’i da 18 Temmuz 1979 yilinda Baris Üniversitesinde konusma yapan Sean Mcbright’a benzetiyorum. Biraz sonra onun kim oldugunu ayrica anlatacagim.

Ayrica böyle bir konu basligi içerisindeki gazetecilerin konumundan kamuoyuna bilgiyi ulastirmak bakimindan su an salonda bulunan 38 kisinin bu konusma ile ilgilendigini biliyorum. Acaba 38 kisi yeterli midir? Veya bu konular kimin eliyle topluma ulastirilacaktir? Bu yillardan beri tartisilan bazen Sayin Dedeman’i ve Umut Vakfini umutsuzluga götüren konudur, ama yillardan beri dünya üzerinde bu konu hep tartisilmaktadir.

Niçin 18 Temmuz 1979 tarihli Baris Üniversitesindeki konusmadan söz ettim. Çünkü gerçekten Birlesmis Milletler Genel Kurulunca düzenlenen, Silahsizlanma için özel oturum, 1978 yilinin Mayis ve Temmuz aylarinda yapilmisti. Bu oturumda sadece hükümetlerin sorunu olmadigini, tüm insanlarin sorunu oldugunu ve arkasindan 1978 yilinda Paris’te yapilan UNESCO Genel Konferansinda 11.1 sayili bir karar alindi. Alinan karar geregince de madem ki silahsizlanma sorunu tüm insanligin sorunudur, sadece hükümetlerin sorunu degildir, iletisim araçlarinin ve iletisim araçlarinda kendini gerçekten sorumlu sayan yöneticilerin ve çalisanlarin da en önemli sorumlulugudur. O zaman üzerlerine görev düsmektedir diye bir karar aldilar. Ama Sean Mcbright üniversitede yapmis oldugu konusmada UNESCO’nun o toplantisinda ve 1978 yili silahsizlanma için özel oturumda alinan bu kararlara hiç duyulmadigindan çok sikayetçiydi.

Yillardir bu sikayetler devam ediyor. O zaman konu basligina bagli kalarak acaba gazetecilerin konumu nedir denirse Sean Mcbright yine UNESCO tarafindan görevlendirildi. Bir iletisim komisyonu kuralim dendi. Birlesmis Milletler’de alinan karar çerçevesinde kurulan bu iletisim komisyonunun basina da Sean Mcbright getirildi. Bir zamanlar Avrupa Konseyi Genel Baskanligini yapan, baskanligi yürüten ve iletisim konusunda da kendisine özgü uzmanlik derecesi olan kisilerin basinda bulunan bir adam.

Bu komisyon yillarca çalisti. En son 1980’de kabul edilen rapor tüm dünyaya yayildi. Yayinlanan rapor üzerine 3 toplanti yapildi. Hala da bu rapor tartisiliyor. Yani 1980 yilindan beri gazetecilerle ilgili iletisim ve toplum-bugün ve yarin adli rapor bugün bile hala tartisiliyor. Bu rapora niçin önem veriyorum veya niçin anlatma geregini hissediyorum. Çünkü bu raporun bir bölümü var. Bu bölümde gazetecilerin savasta, barista silahsizlanmadaki rolüne özellikle deginiyor.

ABD, Fransa, Zaire, Kolombiya, Sovyetler Birligi (o zaman ki adiyla), Endonezya, Tunus, Japonya, Nijerya, Yugoslavya, Misir, Hollanda, Sili, Hindistan ve Kanada’dan temsilcilerin katildigi ve Marquez’in de içinde bulundugu bu kurul özellikle Aralik 1970’ten itibaren baslayan çalismalarini 1980’de bitirdigi zaman UNESCO’nun 1980’deki konferansinda kabul edilen bu rapor daha sonra I. Sean Mcbright Yuvarlak Masa Toplantisi olarak 18 örgütten gelen 33 gazeteci ve iletisim uzmani tarafindan tartisildi. Türkiye’den giden kimse yoktu.

II. Sean Mcbright Toplantisi ise 20-22 Eylül 1990’da Prag’da toplandi. Ve 20 ülkeden, 19 uluslararasi gazeteci ve iletisim uzmani katildi. Bizdeki gazetecilerin çogu bilmezler. Ben de bilmiyordum, ama sonradan ögrendim. III. Sean Mcbright Yuvarlak Masa Toplantisi ise 21 Haziran 1991’de Türkiye’de yapildi. Tarabya Otelinde gerçeklestirilen bu toplanti dogrudan gazetecilerin sorunlariyla, haklariyla ve sorumluluklariyla ilgili olan bu raporun tartismasiydi ve bizden Türkiye Milli Komisyonu Iletisim Komitesi Baskani UNESCO’nun Hifzi Topuz ile Prof. Dr. Oya Tokgöz ve Ibrahim Çamli katildi. Sonra bir deklarasyon yayinladilar. Bu toplanti sonucu yayinlanan deklarasyonun bizi, özellikle bugünkü toplantiyi ilgilendiren bölümü çok önemli ve yapmis olduklari degerlendirmeye göre dediler ki: “Bu durumda yapilmasi gereken sey siddet içermeyen, diyaloga ve uzlasmayadayanan yeni bir demokrasi sanatini bariºçi bir kültür anlayisi içinde gelistirmektir. Bunun içinde kültürel ürünlerin savasa, siddete yönelik olmayan bir biçimde yapimini saglamak gerekir.”

O tarihte yayinladiklari özet deklarasyonun bir bölümü bugünkü konu basligini ilgilendiriyor. Yayinladiklari deklarasyon uzun. Ama III. Mcbright toplantisinda bu raporu tartisiyordu. Bu rapor içerisinde gazetecilerin kim oldugu tanimlanmaktadir ve gerçekten artik çagimizda -bütün gazeteciler bilir- bilgi edinme hakki, bilgiye ulasma hakki, ulasilan bilgiyi baska bir yere götürme hakki, hatta yorumlama hakki temel bir insan hakkidir. O zaman gazetecilerin “bir gazeteciyiz” imtiyazi her alanda ortadan kalkmistir. Aksine eskiden “Basin özgürdür ve biz gazeteciyiz” imtiyazini dogrudan dogruya bu özgürlük içerisinde kullanan gazetecilerin baska bir görev ve sorumlulugu vardir. Görev ve sorumlulugu vardir. Bu da dogrudan dogruya elde edilen bilginin veya bilgiye ulasildiktan sonra haber haline getirilmesinin veya çesitli yorumlarin veya elestirilerin dogrudan dogruya insanlara gönderilmesi, insanlara iletilmesi ve bu alandaki tüm görüslerin yayilmasi görevi ve sorumlulugu artik gazetecilerin elindedir.

Temel insan hak ve özgürlükleri bakimindan habere ulasma gazetecinin görevidir. Ikincisi ulasilan haberi en genis anlamda kitlelere yayma ama sorumlu davranma yine gazetecilerin yükümlülügüdür. Bu yükümlülük, bizim yasadigimiz çagda ve kita Avrupasi olayinda ve bizim de içinde bulundugumuz statü bakimindan bakilirsa demokratik toplum denilen düzenin birinci ölçütüdür. Yani ödeviniz vardir, yani sorumlulugunuz vardir, çünkü haber, enformasyon iletmek hakki ile haber, enformasyon ve düsünceleri alma hakki temel bir insan hakkidir artik.

Gazeteciler pek çok olaya tanik olur. Gazeteciler sevilmezler. Biraz önce de söz edildi. Gazeteciler öldürülürler, gazeteciler yaralanirlar, gazeteciler görev yaptiklari sürece siyasal iktidar tarafindan sürekli engellenirler. Engellenmek istenir, siyasal iktidarin bu konudaki tutumu da dogrudur, kendi açilarindan dogrudur. Ama gazetecilerin görevleri bakimindan baslarina ne gelirse gelsin -hatta en son bu raporda yazili oldugu gibi örnegin: 104 kisi muhabir olarak 1977 yilinda kayiptir. Kendilerinden de haber alinamamistir. Dünya ölçeginde bir rakamdir. 1976-1978 yillari arasinda 15 aylik süre içerisinde 24 gazeteci öldürülmüstür. Nerede öldürüldügü önemli degil, ama dünya üzerinde 24 gazeteci öldürülmüstür. 57 gazeteci yaralanmis, iskenceye ugramis yada kaçirilmistir. 13 gazeteci de bombali saldiriya muhatap olmustur. Yani ölümlerinde, yaralanmalarinda silah vardir. Öldürmelerinde, yaralanmalarinda bir vasita mutlaka vardir.

Bütün bunlari niye anlatiyorum? Bu kosullar altinda görev yaparlar. O zaman yine bu raporda yazili oldugu gibi her gün 1 milyar dolar harcanan silah endüstrisi dogaldir gazetecileri sevmez. Eger her gün bu denli yatirim yapilan bir endüstri ile ve savas olayi ile karsi karsiya iseniz, gazeteciler bu endüstrideki elemanlar tarafindan resmi ve gayri resmi olarak -sevilmezler.

Bu tarafa dönelim. Sayin Baskan ile benim yakin oldugum tarafa dönelim. Eger gazeteciler bu tür olaylarda -baslik verin, savas deyin; baslik verin, silahlanma deyin; baslik verin, silahsizlanma deyin- savasa nasil bakarlar?

Raporda anlatiliyor. Raporda diyor ki 5 kategori vardir. Gazetecilerde 5 kategori. Bunlardan birinci kategoriye, yani iletisimcilerin görevlerini sadece enforme etmek olarak görürler, sadece bilgi vermek, ham haberi iletmektir. Baskada kendilerini herhangi bir görevle yükümlü saymazlar. Baris açisindan bir degerlendirme yapmazlar. Baris açisindan veya savas kavrami açisindan da bir degerlendirme yapmazlar. Ikinci kategori ise, karsilasilan durum ne olursa olsun mesleklerinin kendilerinden tam bir tarafsizlik bekledigine inanan gazetecilerdir. Savasa tarafsizdir, barisa tarafsizdir. Üçüncü kategoride bulunan gazeteciler biraz tuhaftir. Kitle iletisim araçlarinin amaç ve görevinin toplumsal uyumu gelistirmenin araci varsayarlar. Tuhaftir dememi yanlis anlamayin. Içinde yasadigim cografya ve sinirlar bakimindan tuhaftir diye söylüyorum. Kendilerini her türlü siddete karsi çikmakla da görevli sayarlar. Hatta bunu bir görev kabul ederler. Barisin hizmetinde olmayi görev sayarlar. Baska bir otoritenin degerlendirmesi bu bakis açisi içerisindedir. Onlar bu bakis açisi içerisinde haberleri yazarlar, bu bakis açisi içerisinde elestirilerini yayinlarlar. Bunlarin disinda kendileri de sürekli bu bakis açisi içerisinde hareket ettikleri için yazilarinda, görüslerinde ve yorumlarinda otoritelerin tümüne karsi sert tavir alirlar.

Dördüncü kategoride bulunan gazeteciler ise -örnegin su an is basinda bulunan hükümet hangi hükümetse onu desteklerler. Eger o hükümet savas derse, savas yanlisidirlar. Eger o hükümet baris derse, baris yanlisidirlar. Görevleri gazeteci olarak hükümetin eylemlerini desteklemektir. Destek verdikleri konu savasa karsi ise savasa karsidirlar. Baris yanlisi ise baris yanlisi olurlar. Besinci kategori gazetecilere baktigimiz zaman barisin bir hayli tehlikede oldugu gerçegini göz önünde tutarlar. Bütün olasiliklari hesap ederler. Bu olasiliklar çerçevesindeki sonuçlar bakimindan da baris için, silahsizlanma için, savasa karsi olabilmek için özel bir kategori türleri vardir. O özel kategori türler bakimindan barista bulundugunuz zaman sürekli hatirlatma yaparlar: Bir gün savas tehlikesiyle karsilasabilirsiniz. Bir gün siddet olgusuyla karsilasabilirsiniz. O zaman yapilmasi gerekli olanlar bunlardir derler. Hatta savas lobilerinin ticaret olarak silah alisverisinin üstüne giderler. Hiç beklemediginiz bir anda bir hükümet baska bir hükümetle bir silah ticareti ve anlasma yapacagi sirada birden bire o anlaºmanin ne oldugunu kamuoyuna anlatabilirler. Bunlarda besinci kategoride yer alan gazetecilerdir.

Sonuç, 19 Aralik 1966 tarihli Vatandaslik ve Siyasal Haklar için uluslararasi sözlesmenin 20. Maddesi: Her türlü savas propagandasi yasa ile men edilmistir. Ayrimcilik ve siddeti tesvik edici rol oynayan ulusal, irksal yada dinsel nitelikteki husumetin körüklenmesi yasa ile yasaklanmistir. Bu sözlesme Türkiye tarafindan onaylanmamistir. Sadece imzalanmis ve o sekilde kalmistir.

Bu komisyon, yani Sean Mcbright çalistigi sirada 1978 yilinin Kasim ayinda, yanlis yapmamak için basligini aynen okuyorum: Kitle iletisim araçlarinin baris ve uluslararasi anlayisin güçlendirilmesine, insan haklarinin yayginlastirilmasina ve irkçilik, irk ayrimi ve savas kiskirticiligina karsi çikilmasina katkisina iliskin temel ilkeler bildirgesi. Iste rapor 5 ayri kategorideki gazetecileri degerlendirdikten sonra 1978 Kasim ayinin 28. Günü bu ilkeleri kabul etmistir. Bu ilkeyi kabul ettigi zamanda bütün dünyaya deklarasyon olarak yayinlamistir. Bu temel ilke ve bildirge bakimindan basliginda yer alan ne varsa bu anlamda karsi çikmaktir. Karsi çikarken de gazetecilerin özel görevi ve gazetecilerin bu noktadaki önemi dogrudan dogruya bu konuda çalismaktir. Bu onlarin görevi kabul edilmistir. Enformasyon bu anlamda verilecektir. Savasa karsi olacaktir.

Uluslararasi anlasmalarda bu böyle de, acaba -Sayin Baskanim müsaade ederse söylüyorum- Türkiye’deki gazeteciler bu anlamdaki çalismalarin hepsinden mi bihaber? Dünyada ne olup bittiginin çok mu farkinda degiller? Böyle bir sey söylemiyorum. Yeterli mi buluyorum? Onu ayrica tartisiriz. Ama sadece bir gazeteci, bu konularda ukalalik yapmayi seven bir avukatin bulundugu bir yerde giyaplarinda tartismayi da dogru bulmuyorum. Ama benim ülkemdeki gazetecilerin su gerçekleri bildigini biliyorum: 12 nolu Kamuoyu Arastirma Raporu. Ceza Hukuku Kriminoloji ve Insan Haklari Dernegi dogrudan dogruya Izmir’de Prof. Dr. Bahri Öztürk baskanliginda Hukuk Fakültesinde kurulmus olan ana bilim dalindaki bir araºtirma merkezi. 14.484 kisi ile yüz yüze Izmir’de konusuyorlar ve onlara da bazi sorular yöneltiyorlar. Türkiye’de. Bu 14.484 kisinin 6.802’si kadin, 7.682’si ise erkek.

Birinci soru su: TV yayinlarinda siddet sahnelerinin bulunmasini onayliyor musunuz? %83,87’si “Hayir, evdeki çocuklari çok olumsuz etkiliyor” diyor. %11,1’i ise “Evet, siddet içeren spor oyunlarini, filmleri ve haberleri severek izlerim” diyor. %5,2’sinin ise fikri yok.

Atesli silahlara kolay ruhsat verilmesi? Acaba ruhsatin kolay verilmesini onayliyor musunuz diye soruyorlar. %85,36 “Hayir, böyle bir yaklasim atesli silahlar ile islenen suçlarin islenmesini ve kazaen yaralama ve ölümleri arttirir” diyor. %8,5 ise “At, avrat, silah gelenegimizde vardir. Silahtan vazgeçemem. Ruhsat vermezlerse ruhsatsiz tasirim” diyor. %6,08 ise herhangi bir fikri yok.

Futbol maçlarindan sonra havaya ates ederek kutlama yapilmasini onayliyor musunuz diye bir soru sormuslar. %89,38’i bunun çok ilkel bir tavir oldugunu ve pek çok ölüme ve yaralanmaya neden oldugu için kabul etmedigin söylüyor. Peki “bu bir bosalma yolu ve Türkiye’de gelenek haline gelmistir” diyenlerin orani ise %6,49. Fikri olmayanlar ise %4.13.

Baska bir soru daha yöneltiyorlar: Siz, Izmir kentinde yasayan bir insan olarak gece tek basiniza sokaga çikabiliyor musunuz? %40,6 “evet, hiç korkum olmadan rahatça çikabiliyorum. Istedigim yere gidip gelebiliyorum. Izmir güvenligi tam olan bir kent” diyor. %38.19’u ise “biraz endiseleniyorum ama, yine de çikabiliyorum” diyor. %18,72’si ise “Gerçekten Izmir’de sokaga yalniz çikmaktan çok korkuyorum” diyor. %3,3’ünün fikri yok.

Benim ülkemde yasayan bu gazeteciler bu sonuçlari biliyorlar. Ben bildiklerini bilmek istiyorum. Ama bunu bilmek için de acaba bütün bunlara nasil çare bulabiliriz diye en son Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin bütün kitle iletisim organlarina gönderdigi ve doktorlarla tartistigi ve mimarlarla tartistigi, tip ve meslek odalariyla tartistigi, isçi örgütleriyle tartistigi en önemlisi gazetecilerle tartistigi bir bildirgeyi sunuyorum: Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluk Bildirgesini bilginize sunuyorum. Bu gazeteciler bu bildirgeyi kendi imzalariyla kabul ettiler. Sadece gazeteciler degil, kim isterse imzalayabilir tipki Umut Vakfinin bizim imzaladigimiz “silaha karsi olmak” konusundaki bir cümlelik çikis noktasi gibi.

Baskan: Ikinci bölümde alabilir miyiz onu?

Ilkiz: Sadece gazetecilik görevi bakimindan onu sunacagim ve bitirecegim. Neyle yükümlü Türkiye’deki gazeteciler? Türkiye’deki gazeteciler neyi kabul etti? -eger izin verirseniz: Gazeteci, basta baris, demokrasi ve insan haklari olmak üzere, insanligin evrensel degerlerinin, çok sesliligi, farkliliklara saygiyi savunur. Milliyet, irk, cinsiyet, dil, din, sinif ve felsefi inanç ayrimciligi yapmadan tüm uluslarin, tüm halklarin ve tüm bireylerin haklarini ve sayginligini tanir. Insanlar, topluluklar ve uluslar arasindaki nefreti düsmanligi körükleyici yayindan kaçinir. Bir ulusun, bir toplulugun ve bireylerin kültürel degerlerini ve inançlarini dogrudan saldiri konusu yapamaz. Gazeteci her türden siddeti hakli gösteren, özendiren, kiskirtan yayin yapamaz.

Hepinize saygilar sunarim.

Baskan: Tesekkür ediyorum Sayin Ilkiz’e. Ben istiyorum ki bu panele sizlerde katilin sorularinizla. Aklinizdaki sorulara yanit arayin. Buna geçmeden önce kisaca sizin bir konuda bir isteginiz vardi: Silahlarin kontrolü nasil yapilmali demistiniz. Oraya geçelim. Diger konusmacilarimizdan eklemek istedikleri husus varsa onlari alalim ve sonra sorular kismina geçelim.

Göknil: Efendim simdi, bir seye karsi olmak veya yaninda olmak ve yahut da bir seyin degisikligini arzu etmek, mutlaka ona bir çözüm de getirmeli. Peki yanlis, tehlikeli gidiyor, adetleri artiyor, su oluyor, bu oluyor… Ne yapalim?

Iki olay var: ABD’de her gün 9 çocuk ve yetiskin silahtan kaynaklanan, cinayi degil, kaza neticesi ölümle karsilasiyor, sakatlaniyor, yaralaniyor. Bu rakamin bizde daha yüksek oldugunu düsünüyorum. Yanildigimi zannetmiyorum. 250 milyon nüfuslu Amerika’da 9 kisi, ülkemizde ise, ki benim sadece gazetede gördügüm ve sagda solda duydugum ülke genelindeki rakamin hiç olmazsa buna yakin derecede korkunç boyutta oldugunu düsünüyorum. Sadece kaza ile olan silaha yönelik vakalarin.

Bu 2 sey getiriyor. Birisi egitim, birisi de bununla ilgili baska ülkelerde alinan tedbirlerin bizde uygulanmamasi. Bu tedbirler nedir? Çok küçük yasta “gun safe-silah güvenligi” denilen bir egitim var çocuklara yönelik. Bam diyorlar ya, bam dedirtmiyorlar. Bu da bir tetik. Bakin bu hareket bir silah. Silah hiç bir zaman birisine tutulmaz, çevrilmez. Çevrildigi zaman o silahi kullanirsiniz. Ancak kullanmak amaciyla silah çevrilir. Silah hiçbir zaman dolmaz. Silah tasindigi zaman bostur. Tabanca olsun, tüfek olsun sakasi olmayan bir alettir. bunun için bir egitim yapiliyor. Bu egitim bizde mutlaka yapilmali.

iki: biz, biz oldugumuz için, egitim düzeyi çok düsük oldugu için ve demin söyledik kamyon ve silah. Bizde iki tür ruhsat var: birisi silah ruhsati, birisi av ruhsati. bugün herhangi birisi kalkip kosarak gidip bir av ruhsatiyla istedigi yivsiz av tüfegini alma hakkina haiz. Klasik formaliteler, Saglik Ocagindan bir sey, iki tane resim, bir ikametgah, bir bilmem ne, bitti olay. Dünyanin diger ülkelerine bakiyorsunuz yok öyle bir sey. Öyle bir agir itham var ki! Hayvanin türleri, gebelik zamanlari, av mevsimleri, hangi nebatlari yerler, nerede yatip nerede kalkarlar, diskilarinin cinsine göre tür tahmin etme, izlerini tanima gibi bayagi hava gerektiren islemler. Müntesip hak da olacak. Yani ben bu imtihana bir daha girmek isterim. Tekrar hak edeyim isterim.

Türkiye’de 6 milyon avci var! avci degil de, teskere sahibi. Çoban da avci, çünkü tüfek tasiyor. Tek kirmali da avci, o da avci. Zaten doganin canina okuyorlar. Agaç keserler, raki sisesine ates ederler, cam kirigiyla orman yakarlar. Gebesini dinlemezler avlanirlar. Böyle bir sefalet yasaniyor.

Ikincisi ise bu çocuklar için önerdigim gun safe, tasima veya bulundurma ruhsati alacak atesli, yivli silah almak isteyenlerin böyle bir kursa tabi olmalari. Böyle bir kurstan alinacak bir sertifika neticesinde, arti ruh sagligi, arti sabika gibi belgeleri de beraberinde getirerekten böyle bir imkana kavusmasi. Kaç yerde set çekiyorsunuz taraya taraya ve bir ehil kisiyi bulmaya çalisiyorsunuz.

Yalniz bunu yaparken ülkemizde çok sakat bir sey var -her konuda oldugu gibi- ehil olduguna hangi ehil kisiler karar verecek? Burada çok komik bir sey var: Gidiyorum doktora ruh sagligimi kontrol ettirmek için. Bikmis. Hayatindan bezmis bir adam var karsimda. “Elini tut bakayim söyle” diyor. Ben elini tutuyorum, bakiyor sadece titreme var mi, yok mu diye. Benim elim titremiyorsa “Ruh sagligina haiz” diye oradan raporuma imzayi alip çikiyorum. Bu benim için. Bunu Sabanci için söylemiyorum. Simdi birtakim sikintilar giderilmis, orada da birtakim sakatliklar var. Sevk edilen hastane sayisini aza indirmisler. Istanbul’da 2 tane hastane bununla görevli. Anadolu’da her sehirde bir tane var. Ne yapiyorsunuz? Terörist yaratiyorsunuz. Oradaki kumpas hemen kuruluyor, anliyorsunuz ne demek istedigimi. Ruhsat almak için gerekli seyler yapiliyor ve oluyor üstadim.

Dedeman: Sayin Göknil, ben silah nasil veriliyor’u inceleyeyim diye silaha müracaat ettim geçen sene valilige. Simdi kaymakamlar veriyor biliyorsunuz. Daha önceki formlarda sadece valilik vardi, simdi hem valilik hem kaymakamlik var. ayni prosedürden ben de geçtim. Besiktas’ta bir yere gitmem gerekiyormus. Gittik. Doktor Hanim söyle bir bakti. Hiç psikolojik muayene yok. Bana “elini uzat da” demedi, ama bana ruhsati vermediler. Söylemek istedigim bu. Bana ruhsati vermediler sekiz ay. 3 günde bir karakoldan polisler geliyor, kimligime bakiyorlar ben o muymusum? Bir daha aradan bir ay geçiyor yine polisler geliyor, acaba isyerimin adresi dogrumuymus. 8 ayin sonunda bana ruhsat verdiler, onu alip koydum.

Göknil: Rafa koydunuz?

Dedeman: Hayir, dosyama koydum. Buyurun.: Hayir, dosyama koydum. Buyurun.

Dinleyici 2: Hemen bir sey söylemek istiyorum. Oldukça ciddi muayene görmüssünüz bana göre. Elinizi uzatmissiniz ve titreyip titremedigine bakmislar. Iki yil önce Agustos ayinda Tarsus’ta bir av bayiine gittim. 4+1, yari otomatik diye tabir edilen silahi satin aldim. Saglik Ocagina oradan iki kisi gönderdiler. 500.000 lira o dernege yardim adi altinda kesilen para ödendi. Ben o av bayiinde bekledim. Benim saglik raporum o bayie geldi. Sizi yine görmüsler ve elinize bakmislar. Beni görmediler bile.

Göknil: Kisaca Sayin Baskan, bu isi bitiriyorum. Dedigim ülkeler bu isi nasil çözmüs? Bu bela onlarda da var. Yani silah, bela olabiliyor. ABD’de Bready kanunu diye bir kanun 98’de çikiyor. Bir bekleme süresi vardi. Buna karsin söyle bir sey var.: FBI’da bir merkez kuruluyor. Merkeze ATM’ler gibi, bütün yazar kasalar gibi bütün silah satis noktalari bagli. Gidiyorsunuz oraya, Nedim Göknil olarak formu dolduruyorsunuz. Form bilgisayardan geçiyor. Bekleme süresi 20 dakika, 3 güne kadar çikabiliyormus. 20 dakika sonra sizin silah alip alamayacaginiza oradan yanit geliyor. “Alamaz” diyorsa merkez, agzinizla kus tutsaniz hiç bir faydasi yok. Oradan çikip gidiyorsunuz. Itiraz etme hakkiniz var. Bizdeki gibi siyah-beyaz degil. Hakkinizi birtakim hukuki yollardan ararsiniz. Ama orada kapi kapaniyor. “Evet” oldugu taktirde ondan sonra bunun mahalli, eyaletten eyalete degisen mercileri var. O mercilerden alinan belirli belgelerle silahinizi aliyorsunuz. Ama eyaletten eyalete çok büyük fark var.

Söyle bir olay var: Conseal dedikleri, gizli silah tasimak. Bana bakiyorsunuz. Böyle bir adam. Benim üzerimde silah var mi, yok mu belli degil. Bu Amerika’da çok nadir, seyrek verilen bir hak. Bunun mutlaka ceketi çikarip dolasabilirsiniz. Ama ceketi üzerine kapatip dolasirsaniz hapse girersiniz silahtan dolayi. Arabada torpido gözünde olamaz. Arabanin bagajinda kutusunda olacak, içinde mermi olmayacak. Gibi caydirici çok sey var ve bir eyaletten bir eyalete silahi götüremezsiniz. Götürmek için izin almaniz lazim, izin aldiginizda izin aldiginiz seye kaydettirmeniz lazim.

“Orasi Teksas gibi ülke!” Evet, anayasasina almis. Silah alma ve muhafaza etme hakkini anayasal hak olarak kazaniyor. Ona ragmen bunu zapt-i rapt altina aliyor. Bütün av silahlari da dahil olmak üzere fabrika çikislari bilgilerinin balistigi ile beraber belirlenmesi, yivli silahlarin, tabancalarin, ithal makine-kimya bütün kaynaklarin, avciligin imkana baglanmasi, güvenligin kurslara baglanmasi, güvenlik mensubu olan insanlarin yivli silah hakki bulunmasi beraberinde sabika sorunlari olmadigi taktirde.

Tesekkür ediyorum.

Yücel: Amerika 50 eyaletlik bir laboratuar. Korkunç deneyler var, yasalar var. çok enteresan bir sey silahlarin ortaya koydugu kazai ölümler meselesi… Amerika’da yasalar çikartildi bazi eyaletlerde ve muhakkak silahlar emniyet kilitli olacak. Çok önemli, yani kardinal nitelikte önemi var.

Enteresan bir sey: Bir yandan suçlu var, bir yandan magdur var. Bir insanin magdur olmamasi için birtakim tedbirler almasi lazim. Eger arabaniz varsa, çalinmasini istemiyorsaniz saglam kaziga baglamak için ya direksiyon kilitli olacak, ki araba dizaynlarini öyle yaptilar. Arkasindan baston takiyorsunuz, arkasindan alarm takiyorsunuz…Arabaniz emin oluyor. Evinize de bir baktiniz, eviniz artik bayagi çelik kasali oldu. O da yetmedi, artik güvenligi saglamak için kale duvarlari içine giren, metropol kentler tesis edilmeye baslandi.

Bunlar iyi veya kötü seyler ama tedbir alacaksiniz. Amerika, bu sekilde, yasal olarak vatandaslari tedbir almaya mecbur etti. Yapmazsaniz cezasi var. Bu çok önemli. Amerika’da alinan tedbirler açisindan kazai ölümler %26’ya kadar inmis durumda. Tabii Bready Kanunu da apayri bir olay.

Esasinda olay çok çok boyutlu. Yani siz bireysel silah almayi önleyebilirsiniz ama Nazire Hanim’in bahsettigi Japonya’daki Boryokudan’in ortaya koydugu olay evrensel boyutta ve Türkiye’de de tesekkül halinde silah kaçakçiligi bayagi yogun. Iki kaçakçilik var: Bir; tesekkül halinde uyusturucu kaçakçiligi. Ikincisi de silah. Bunlar da çok önemli rant getiren hususlar. Bireysel olarak küçük silahlari engellerisiniz ama, büyük silahlarin keyfiyeti uluslararasi boyutta bir olay. Olaya sadece Amerikanvari hak olarak da girmek yersiz, öyle bir imaj alinmayin diye ben söyledim Amerikanvari silah meselesi hiçbir zaman hak kabul edilmeyecek bir olay. Bir imtiyaz! Türk mevzuati da bunu kabul etmis. Hak olsa herkes alacak. Imtiyaz oldugu için sinirlama getirebiliyorsunuz dogal olarak, çünkü toplumsal korunma söz konusu.

Çok enteresan gelismeler oluyor dünyada. Türkiye artik soyut degil. “Winners-Losers Culture”i, yani kazananlar ve kaybedenler var. Çok varlikli kisiler, çok yoksul kisiler. Burada medyanin bir önemi var, Fikret kardesim alinmasin: Paparazziler bunu abartili sekilde vermeye basladi. Olmayan insanlar bakiyor, “Bunu nasil yasayacagim?”. Mesru yollar tikali, sinirli. Gayrimesru yol! Simdi öyle bir hale gelmeye basladi ki, eskiden çocuklarin isledikleri suçlari “ergenlik kriziydi, suydu, buydu… Alyuvarlar, akyuvarlar, bir de deliyuvarlar var çocuklarda.” Iste bazi hareketleri yapiyor diye hos görmeye basladik.

Artik olay bundan ibaret degil. Adam bu davranisi bir kere bir hayat biçimi, yasam biçimi olarak algilamis. Bu tehlikeli bir boyut! Bunun üzerinde pedagojik olarak sosyal kosullar itibariyle bahsetmek lazim.

Çok önemli bir sey, Savas bahsetti: Medyatik siddete bir de savas siddeti eklendi. Geçin bir bilgisayarin önüne, size bolca savas, siddet var ve arkasindan iste çok önemli kazalar bakimindan: Silaha bakan çocuk Rambo filmini taklit ediyor ve Türkiye’de bu sekilde ölüm kazalari meydana gelebiliyor.

Bence su da önemli: Arabanizi biraz evvel bahsettigim gibi nasil kilit takip emniyet altina aliyorsaniz, mermileri de bence mutlaka ve mutlaka emniyet altina almak lazim. Yani bir yandan silah olsun, ne kadar olursa olsun, ama mermi olmazsa bir seye yaramaz. Onun için mermi satisinin da çok ciddi kontrol altina alinmasi lazimgelen bir husus.

Ama çok önemli bir seyi ben sözümün basinda dedim: Acaba biz karanlikta miyiz, isikta miyiz? Biz bazen konusuyoruz ama, ne konustugumuzu -kusura bakmayin- rakam olmazsa yok. Olay tespiti, mevcudun tespiti çok önemli bir olay. Bizim bu konudaki istatistiklerimiz yeterli degil. Sorsaniz bu ölümlerin yüzde kaçi atesli silahla, yüzde kaçi kesici aletle diye bunu herkes atacak.

Amerika’ya baksaniz -ben söyleyeyim- %60’i adam öldürmelerin atesli silahla, gasplarin yüzde bilmem nesi su kadar… Simdi bunu ne yapiyoruz? Global referanslar, istatistikler olmayinca arastirma yapiyoruz. “Ankara’da 375 adam üzerinde yaptigimiz arastirmada gördük ki, bunlar %60’i atesli silahla islenen bir olay”. Arkasindan Sayin Dönmez ve Kunter ekibinin çok yillar önce Imrali Cezaevinde yaptigi bir arastirmada olayin boyutunu o sekilde gördük.

Demek ki istatistiki verilerin degerlendirme sisteminin ve sorulacak suallerin degismesi lazim. Bu iki açidan lazim. Bir; Türkiye’deki mevcut torpili saptamak bakimindan. Ikincisi de Avrupa Konseyi’nin bu konuda bir tavsiye karari var -Ulusal Yasalarin Uyumlastirilmasi Konusundaki Tavsiye Kararlari adi- orada diyor ki: Acaba suç ruhsatli silahla mi islenmis, ruhsatsiz silahla mi islenmis? Hangi suç türlerinde atesli silah veya kesici alet türleri fazla? Çünkü bu çok önem arz ediyor. Medyanin da burada rolü fazla. Türkiye daha etkisine girmedi ama… Ingiltere’de biliyorsunuz ruhsatli silahla çocuklarin katli meselesi Ingiltere’yi ayaga kaldirdi. Ardindan bu yasal düzenleme getirildi.

Ama size sunu söylüyorum Sayin Bayanlar ve Baylar: Bir kuram gelistirdim ben, “artilar-eksiler kurami”. Bir insanda varlar ve yoklar meselesi. Sevilenler-sevilmeyenler, beslenenler-beslenmeyenler, okuyanlar-okumayanlar, paylasanlar-paylasmayanlar. Bir ölçüde toplumun istemlerine hem duyarli olacaksiniz, hem uyarli olacaksiniz. Böyle bir olayin gerçeklesmesi bakimindan arti-eksilerin bir ölçüde arzu edilen oranda olmasi lazim. Çok güzel bir sözü var Almanlarin: Iyi egit, iyi yasa. Çok önemli parametrik unsurlar. Ve bu parametrik unsurlari bir yana atip sadece silah olayina girdigin zaman hiçbir sey olmaz.

Ama Türkiye’nin sosyo-kriminolojik atmosferi bakimindan çok önemli bir sey diyorum: Bir kere Türk insani sunu bilecek: “Ben suç isledigimde yakalanacagim. Yakalandigimda ceza görecegim. Cezayi da çekecegim”. Bunu bilemezse gitti. Bu çok önemli bir parametre. Bunu Beccaria 230 yil önce söylemis ama, Mustafa Yücel 30 yildir söylüyor, yaziyor, çiziyor ve bu çok önemli bir olay. Ben bunu Türkiye’de kanitladim. Çok etkili bir sey, yani orada polis varsa… O çocuga dedim ki -çünkü bazi projeler Türkiye’de zor, inatla geleceksiniz. Allah selamet versin, Umut Vakfinin da bir gün o sekilde tecelli edecegine inaniyorum-: Türk insani bunu yaptigina göre, trafik kazalari var, millet gaza basiyor. Nasil önlersiniz? Dedim ki: Maket trafik polisleri koyun veya maket trafik arabalari koyun. Dikkat ederseniz karayollarina konmaya basladi ama, onu da bari yüksek bir platforma koyun, çünkü insan arabayi sürüyor, sürüyor, bazen serap görür gibi oluyor. Ama o serapta trafik polisini gördügü zaman gazdan ayagini çekecek. Bunlar ufak ufak basladi. Ama Petrol Ofisinde oldugu gibi yüksek platforma konmasi lazim.

Tesekkürler Sayin Baskanim.

Baskan: Tesekkür ederim. Sayin Ilkiz bence bir satasma var. Saka tabii.

Ilkiz: Bence gerçekten Türkiye’deki istatistikler ve istatistiki sonuçlari okumak gibi kavramlar var. Medya! O kadar kolay ki! Iddianame her platformda yazilir. Hemen yargilanir, hemen de karar verilir. Hatta bunun temyizi bile yoktur. Söz sudur: Medyaya çok görev düsüyor. Evet, dogru çok görev düsüyor. Ama medyanin yüklendigi görev gerçekten demokratik toplum düzeni olmanin geregidir. Böyle bir düzeni Türkiye’de kurmanin geregidir.

Yillardan beri ben Sayin Yücel’in nasil ugrastigini bilirim, yillardan beri o isi gerçeklestirecek olan kapali kapilar ardinda yürütmedeki o insanlardir. Yönetim, önerilen iyi seyi kabul etmez. Etmiyor. Daha yeni bazi kanallar açilmaya baslandi. Okuyun, 49. Hükümet programindan, son hükümet programi dahil olmak üzere Türkiye’de demokratik bir toplum düzeni kurulmasi vaat edilmistir. Yapilmamistir! Türkiye’de yasam hakkinin kanunla düzenlenecegi, devlet tarafindan korunacagi 4 Kasim 1950 tarihinden beri kanundur. 10 Mart 1954 tarihinde mecliste kabul edilmistir. Böyle söylenince kanundur. Bu çok aykiri gelmiyor. Ama bu 6366 sayili kanun Avrupa Insan Haklari Sözlesmesidir. Onun ikinci maddesi yasam hakkinin ölüm cezasinda dahi nasil korunacagini söyler. Burada medyanin eksikligi sudur: Bunlari biz topluma anlatmadik. Gazeteciler eliyle haklar bunlardir demedik. Ama basimiza geldigi zaman simdi ne yapacagiz dedik.

Bakin 4 Kasim 1950 tarihinden beri yürürlükte bulunan bu sözlesmenin ötesinde örnegin, yine 4 Kasim 1993 tarihli Avrupa Sinir Ötesi Televizyon Sözlesmesi var. Bizde kanundur, onaylanmistir. Simdi bu uluslararasi bir sözlesmedir. Gazeteciler olsak ve biz kendi kendimize, yanimizda hiç kimse olmadan konussak su konularda biz mutabikiz: yani program yaparken insanlar, yayincilarin sorumlulugu, program hizmetlerinin sunus bakimindan bütün içerikleri ve unsurlari insan onuruna ve temel insan haklarina saygili olacaktir. Edebe aykiri olmayacak, pornografi içermeyecektir. En önemlisi siddet eylemini körüklemeyecek veya irkçi nefret duygularini kiskirtici nitelikte olmayacaktir. Bu sadece medyada bulunan insanlarin üzerinde duracaklari bir sorumluluk degil. Bu sorumluluk hepimizin! Medya konusunda söz ediyorsa Sayin Yücel onun sorumlulugundadir. Onun sorumlulugunu degerlendirip bu konuda görevimizi biz yerine getirmiyorsak o zaman biz hakkimizda belli konularda bir ayiklama mekanizmasi ile o konularda bir cezalandirma sisteminin çalistirilmasi gerekir.

Istediginiz kanunu yapabilirsiniz. Istediginiz sinirlamayi getirebilirsiniz. Ama en önemlisi, etik konusunda herkesin kendi kendine verecegi sözler bakimindan o sözlere uyabilmesidir. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin hazirladigi Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi budur.

Baska bir örnek vereyim: Radyo Televizyon Üst Kurulu, herkes sikayetçidir. Ama bakin sinir ötesi sözlesmesinde yazili olan bu kurali kabul ediyorsaniz, örnegin çocuklarin ve gençlerin gelisimini engelleyecek siddet içeren yayinlari bir defa insan olarak yapmayacaksiniz. Ikincisi gazeteci olarak yapmama sorumlulugunuz var. Üçüncüsü gazeteci olarak engelleme göreviniz var. Çok basit bir veri istatistiksel olarak. Istatistikler zordur bizim ülkemizde. Kullanma alani da zordur. 21 Ekim 1996 Pazartesi, saat 800 ile 2400 arasinda, saat basina düsen siddet görüntüsü sayisi 106’dir. Bunun 680’i sözel saldiri içeren görüntülerden olusmaktadir. Sözel saldiri içeren görüntülerin, toplam siddet içeren görüntüler orani %40’dir. Televizyonda bir gecede %30 oraninda bedensel saldiri görüntüleri yer alirken, %28 oraninda devam eden siddet görüntüleri yer almaktadir. Yani 21 Ekim 1996 tarihi gecesi yayinlanan olumsuz görüntülerin toplami ise 1.000.692’dir. bakin, sadece bir günde, 96 yilinda, çocuklar ve gençler ile ilgili olmak üzere, yetiskinler ile ilgili olmak üzere.

Böyle bir veri sunuyorsaniz bunun sorumlulugu bunu sunanlardadir. Ama dönüp bir gün bir de size bu soruyu sorarlar: Bunlar yapildi siz ne yaptiniz? Siz hangi tepkiyi koydunuz. Sözüm suna, doktora soruyorum: Siz o görüntüler karsisinda tepkinizi bulundugunuz noktada nasil gösterdiniz. Avukata soruyorum: Siz ne yaptiniz? Yargica soruyorum: Siz nereye gönderdiniz de, dile getirdiniz? Baska bir sey daha soruyorum: Kaç kisi 1.000.692 görüntüyle karsilastigi zaman kapatti?

Bakin bütün bunlari yan yana getirdiginiz zaman Sayin Yücel elestirmekte yerden göge haklidir. Ben gazeteci degilim. Ama gazetecilerle çok iç içe olmanin getirdigi sorumlulugun çerçevesinde temel insan, hak ve özgürlüklerine dayali bir toplum gelissin. Insanlar birbirlerini öldürmesin. Öldürmemesi için gerekli hukuki normlar hazirlansin anlamindaki bütün çalismalarimi gazetecilere sunmaya hazirim.

Bu toplum, bu insanlar Türkiye’de gazeteciler öldürüldügü zaman ayaga kalkmakla görevlidir. Hesabini sormakla görevlidir. Çünkü her temel insan hak ve özgürlüklerinin korunmasinda, bütün bilgilerin aktarilmasinda, arti savas, baris ve silahlanma konusunda, bilgiyle karsi karsiya kalma konusunda bu grubu görevlendireceksiniz. Onlardan bilgi ve enformasyonlari isteyeceksiniz. Öldürüldükleri zaman hiç sesinizi çikartmayacaksiniz. Veya anma günlerinde biraraya gelerek aglayacaksiniz.

Bir tek gazetecinin hiçbir yerde bulunmamasi gereken, sadece askeri yerlerde bulunmasi gereken C-4 patlayiciyla havaya uçurulmasi konusundaki tutum aniya dönüsmek üzerindedir. Ama üzerinden 6 hükümet geçmistir. Ne farki var? Sayin Dedeman’in basina gelenle, oglu, bir insanin basina gelenle bunun arasinda ne fark var? Biz görevimizi yapalim. Üzerimize düseni yapmanin getirdigi temel varsayim hesap sormayi beraberinde getirir. Sayin Gazeteci yanimda. Ben hukuki bilgilerimi onlara verdim. Ben çok rahatim. Sizden daha çok arkadaslarim da burada. Onlara hesabi ben sorabilirim. Ben bunu hak ettim. Siz hesap soracak, hak edecek noktada olmak zorundasiniz. Bunun için de bu gazetecileri desteklemek zorundasiniz. Çünkü sizin ötenizde bu gazetecileri kimse sevmez. Hele hele silah ticareti yapanlar hiç sevmez. Kesin olarak öldürürler. Bir gün silahla karsilasmamak için silah ticaretinin altinda yatan gerçeklerle karsi karsiya kalan gazetecileri korumak da sizin görevinizdir.

Bir ABD baskaninin yargilanmasi tüm dünyaya bir seks fikrasi gibi yayinlanmistir. Seversiniz, sevmezsiniz. Amerika’da o baskan sigortanin bütün ülkeye yayilmasi fikrini getirmistir. Bu birincisidir. Ikincisi, savunma harcamalarinin 126 milyar $ indirilmesini kongreye teklif etmistir. Iste o zaman kiyamet kopmustur. Kopan kiyamet çerçevesinde de tüm dünyanin gözü önünde -haklidir, haksizdir- böyle bir olay nedeniyle kongreye kadar bas basa getirmislerdir. Ama burada silah lobisi önemlidir. Ve onun için bunu yapmislardir. Kim ki Türkiye’de, hangi gazeteci bu gerçegi anlatmiyorsa, bu gerçegi de kamuoyunun gözleri önüne sermiyorsa, hangi gazeteci -birakin RTÜK’ü- siddet ve çocuklar ile ilgili, silah ve silahsizlanma ile ilgili görevini yapmiyorsa, bir defa temel insan hak ve özgürlüklerinin korunmasi görevinde olan insan olarak aynaya baktiginda zaten utanmasi gerekir. Yoksa sorun onun kabahati, bunun kabahati sorunu degildir. Böyle söylersek hiç ödevlerini yapmayan, yaramaz, tembellige alismis, ögrenciler gibi olacagiz.

Ben görevimi yapacagim. Ben kendimden sorumluyum. Ben ödevimi bitirdigim zaman, sizin sorumlulugunuzu sorgulamayi hak ettigimde siz umarim iyi bir savunma yaparsiniz.

Belkok: Ismim Ümit Belkok. Ekonomistim ayni zamanda. Paneli çok dikkatle izliyorum. Sayin Yücel ve Sayin Ilkiz hayli elestirdiler ama, bireysel bazda elestiriler söz konusu burada. Ben insanlara yön çizen eksenin devlet anlayisindan geçtigine inaniyorum ve devletlerin devletlerle yaptigi silah alisverisinden bireylerin sorumlu tutulmamasi gerektigini savunuyorum. Bir ülkenin bir baska ülkeye açtigi savaslardan devletlerin sorumlu olmasi gerekirken bireyler sorumlu tutuluyor. Temel insan hak ve özgürlüklerinden bahsediyoruz. Peki bir devletin aldigi savas karariyla bir baska ülkeye taarruza geçerken, o ülke insanlarinin temel yasam hak ve özgürlüklerini ihlal etmis olmuyor mu? Bu tür ülkeye silahlari getiren bireylerin ruhsatlarinin geçmesini saglayan sonuçta devletler. Bu devletleri kimler yargilayacak? Ben, çok merak ediyorum. Sayin Yücel’e sormak istiyorum özellikle.

Sayin Ilkiz’e de sürekli basina ve bireylere yüklenmesi nedeniyle dogrusu alindigimi söylemek istiyorum. Bir noktada elestiriyorum kendisini: Hiç hükümetlere deginmediler. Hükümetlerin yanlis kararlarina hiç deginmediler. Silah ticaretinde onlarin fonksiyonlarini hiç dile getirmediler. Sanki bireyler tek baslarina o silahlari üretiyorlar. Ülkelere getiriyorlar ve insanlari öldürüyorlar. Bir sey söylemek istiyorum: Burada silahsizlanmadan söz ediliyor. Peki Güney Dogu’da “koruculuk” adi altinda insanlara verilen, ellerine tutusturulan silahlari sormak istiyorum. Devletin askeri varken neden böyle bir mekanizma yaratiliyor. Güney Dogu’ya aktarilan savunma sanayii ile ilgili paralar hükümetin 2000 bilmem kaç yilina kadar orayi kalkindirmak adina yaptigi paketin sadece bir haftalik gideri.

Yücel: Simdi hükümetler yada devletler elestirilmiyor diye bir olay yok. Bu Fikret Bey’indi ama, belki ayrintisina gitmedi. Bu konuda Avrupa Konseyi var, Birlesmis Milletler var. Ve Birlesmis Milletler oyla çalisiyor. Düsünebiliyor musunuz ki bir Isveç, silahi üretiyor, üretiyor ve satiyor. Yani düsünün mayini kim üretiyor? Plastik mayinlari kim üretiyor? Üreten devletler var. Alisveris yapan devletler var. Bu konuda isleyen rüsvet mekanizmalari var. Bunlar var. Simdi uluslararasi boyutta Bosna-Hersek mahkemesi kuruldu. Ama uluslararasi ceza hukuku alaninda uluslararasi güvenligi saglayacak bir mahkeme daha kurulmadi.

Belkok: Neden kurulmadi? Terör örgütlerine baktiginiz zaman da devletlerin suçlu oldugunu görüyorsunuz. Ingiltere’de IRA var, Ispanya’da bir baska terör örgütü var. Türkiye’ye geliyorsunuz PKK unsuru var. Hani herkes adama demis “sunu yapmamissin, bunu yapmamissin”. Adam da demis: “Peki hirsizin hiç mi suçu yok?”. Burada hiç mi devletlerin suçu yok terör örgütlerinin ortaya çikmasinda?

Yücel: Sizin elestirinize katilmamak elde degil, diyorum ki niye kurulmadi? Ama kurulma süreci devam ediyor, bak. Daha 1959 yilinda ben disariya tahsil için gittigimde bu kavram vardi, hala bu kavram devam ediyor. Ama bir gün göreceksiniz ki olusacak. Yani Milletlerarasi Ceza Mahkemesi kurulacak. Bu Nurnberg ile basladi, arkasindan Bosna-Hersek derken olay yavas yavas olusuyor. Bakin Avrupa çapindaki, Brüksel’deki EURO Mahkemesi var. Avrupa Konseyindeki Insan Haklari Mahkemesi var. Devletlerin orada yargilanmasina tanik oluyoruz. Devlet niye yargilaniyor? Bireye karsi yaptigi islerden dolayi. Devletlerin de devletleri yargilamasi yine Avrupa Konseyi Insan Haklari Komisyon ve Mahkemesi’nde söz konusu oluyor. Simdi komisyon kalkti, bir tek divan var. Devletlerin yargilanma alanlari var, ama dünya çapinda oldugu zaman, dünya çapindaki olay daha gerçeklesmedi.

Baskan: Sayin Yücel, ben burada bir sey eklemek istiyorum size: Küçük silahlarin denetimine, bunlarin yayilmasinin ve özellikle hükümet disi güçlerin elinde yogunlasmasinin önlenmesine yönelik çalismalar ilk olarak 1995 yilinda Birlesmis Milletler’in gündemine girmis. Yani dünyada da bu çok yeni.

Belkok: Evet de, devletler hiçbir seyden sorumlu tutulmuyorlar. Yani asil sorumlusu olan kisiler sorumlulugu üzerinde tasimiyor. Sorumluluk sadece bireylerin üzerine atiliyor. Ben bu mentaliteye karsiyim.

Ilkiz: Müsaade ederseniz. Sorunuzu anladim. Insan haklarindan yoksun birakilanlari korumak amaciyla öbür devletler müdahale etmelidir veya devletler müdahale etmelidir. Kendi devletinde insan haklarina tecavüz edilen bir yurttas, devletlerüstü bir kuruma basvurabilmelidir. Sayin Yücel açikladi, 4 Haziran 1998 tarihinde Roma’da devletler, “uluslarüstü bir ceza mahkemesi kuralim” konusunda bir anlasma yaptilar. Yapmis olduklari bu anlasmanin yürürlüge girmesinin kosullari var, çünkü sistem farklidir. Devletleri yargilama sistemi de farklidir. Derdim su: Sadece bireylere yüklenmiyorum. Bireylere yüklenmek gibi bir kavramim yasamim boyunca olmadi. Aksine devlete yüklenmek gibi bir görevle yasiyorum yillardir. Insallah hiç vazgeçmem.

4 Kasim 1950, Avrupa Insan Haklari Sözlesmesi imzalanmistir. Biz, kurucu imzaci olan bir devletiz. Sebebi, daha II. Dünya Savasi biter bitmez kan, gözyasi olmasin diye bulunan bir sözlesmedir. 1953 yilinda da yürürlüge girmesi kabul edilmistir. Bu arada bir mekanizma gelistirelim. Yani bu sözlesmeyi imzaladiginiz zaman ne olacak? Yaziyor iste: 1, 2, 3, … diye siraliyor. “Iskence yasaktir” diyor. “Yasam hakkindan kimse mahrum edilemez” diyor. “Ölüm cezasi konusunda mutlaka kanun gerekir” diyor. Istisnalarini da sayiyor. Bununla birlikte sözlesme beraberinde pek çok protokolü de getiriyor. Iyi de bu sözlesmeyi imzalamis olmak yetiyor mu? Yetmiyor. O sözlesmeyi orada imzalamis olursunuz, öylece kalir.

Bütün uluslar, 10 Aralik 1948 Insan Haklari Temel Bildirgesini imzaladilar. Öylece kaldi! Ama bunu denetleyen bir mekanizma olsun dendi. Ve benim ülkemde 1987 yilinda Avrupa Insan Haklari Komisyonu Bireysel Basvuru Hakki kabul edildi. Neden kabul edildi? Dedi ki size: “Eger ülkenizde bütün iç hukuk yollarini tükettiginiz zaman hala bir temel insan hakkinizin ihlal edildigini düsünüyorsaniz, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini sikayet etme hakkini taniyorum”. Yetmez. Ayrica bir de: “Divanin zorunlu yargi yetkisini tanimaniz gerekir”. 1990’da o yetki de verildi. Bundan böyle 11 numarali protokol yürürlükte. Sözlesmenin tarafi iseniz divanin zorunlu yargi yetkisini kabul ediyorsunuz.

“Basvuru yapildigi zaman uzun sürüyor” denildi, o zaman 11 numarali protokol devreye girdigi andan beri siz dogrudan dogruya Avrupa Insan Haklari Mahkemesine basvurma hakkina sahipsiniz. Bakin bu Türkiye’deki bir hak. Simdi bu hakki uygun, dogru kullanmak diye de bir kavram vardir. Sorun: Bu hak nedir? Bu hak nasil uygulanir? Biz bunlari nasil kavramaliyiz sorunudur? Simdi bütün bunlarin nasil kavranmasi gerektigi noktasina gelirsek, Insan Haklari Sözlesmesi’nin uygulanmasinda bana göre siz koruculara dagitilan silahlardan dolayi devleti sikayet edebilirsiniz. Bu hakkiniz Avrupa Insan Haklari Sözlesmesine göre vardir. Ama bunun için ülkenizde önce devleti dava etmelisiniz. Hiç Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni dava etmek aklinizdan geçti mi? Ettiniz mi?

Ekonomistsiniz, degil mi? Bakin Türkiye’de eczacilar, kanunlari geç çikti diye TBMM’yi Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava ettiler. Hangi hukukçuya sorsam… Sayin Yücel ile beraber olsam, meclis hakkinda dava açilabilir mi? Bizde normlara baktiginiz zaman yanitlar vardir. Agirlikli olarak açilamaz. Ama bakin bir olay dava haline gelmistir. Hangi olay? Yasa geç çikti diye. Derdim su: Biz avukatlar veya hukukçular olarak haklarinizi size anlatmakta gecikiyoruz. Siz haklarinizi arayip, o haklar konusunda basiniza gelmeden hareket etme konusunda geç kaliyorsunuz. Siz, bizi sikistirirsaniz biz daha çok görev yapacagiz. Bizim “olmaz” dedigimize siz bir gün “olur” derseniz daha iyi olacak. Koruculara dagitilan silahlar konusunda dava açin. Basiniza bir sey gelirse biz de o zaman dava konusunda veya açilan o islem konusuna göre hareket ederiz.

Yoksa karsilikli polemige giriyor. Devleti elestirmek söz konusu olursa sizin inanamayacaginiz bir biçimde ben, devleti elestirmeyi kendi meslek ve görev anlayisim içerisinde sürekli yapiyorum. Kolay degildir bazi seyler.

Belkok: Ben kolay oldugunu iddia etmiyorum Sayin Ilkiz. Polemige girmek niyetinde de degilim ama, NATO’ya ragmen, NATO’nun Irak’a olan saldiriyi kinamasina, onaylamamasina ragmen, ilk Körfez Savasi sirasinda gidip Saddam’i ziyaret ederek Amerika’nin saldirisini kinamasina ragmen su anki Sayin Basbakanimiz Bülent Ecevit’in su an Incirlik Üssü’nü kullandirarak -o zaman NATO’nun onayi da vardi Silahlanma Kararina göre- NATO’nun onayina karsi çikmisti. Ancak su an Amerika, Irak’a saldirida bulunuyor. Bakin baska insanlarin hak ve özgürlüklerini gasp ediyor. NATO’nun karari onaylamasi söz konusu degil. O zaman ilk karsi çikan Ecevit idi, taktirle karsilamistim. Su anda ise o Incirlik Üssü’nü kullandirtiyor. Ben bu nedenle Sayin Ecevit’e dava açabilir miyim?

Ilkiz: Deneyin, çok hos bir dava olur.

Baskan: Aranizda bu konu ile ilgili soru sormak isteyen var mi?: Aranizda bu konu ile ilgili soru sormak isteyen var mi?

Dinleyici 3: Soru degil de, katilimci olarak. Bireysel silahlanmadan devletlerarasi hukuka geçtik. Toparlamak istiyorum.

Simdi gazetecilerin olmamasi ve bizim olmamiz -biz karikatürcüyüz. Ciddi konularda bizim olmamiz gerekiyor demektir. Türkiye’de bireysel silahsizlanma diye konu ettigimiz konu hakikaten bir kanayan yaradir. Atesli silahlar yada buna benzer ruhsat olayi konuyu baglamaz. Benim cebimdeki trafik ehliyeti 25 seneliktir. Ben bu hakki alip da çikip pazara dalamam “benim ehliyetim var” diye! Ya da benim silah ruhsatim var diye gidip basini bana egmis bir adama silah çekemem. Burada konu bana göre önce Adalet Bakanligi’na siki bir takiple egitimle verilmekten öte, Kültür ve Mili Egitim Bakanliklari’na düsen bir görevdir.

Biz karikatürcüler olarak esprili bakariz olaylara ama, biraz ciddi konustum, özür dilerim. Simdi bu yaz idi, MKE bir baslik atti: Memura taksitle silah verilecektir. Düsünebiliyor musunuz devletin komikligini? Bundan daha güzel mizah olur mu? “Devlet Baba, bana bir silah ver. Ben banka kredisi kullanacagim, 8 taksit olsun”. “Parabellum mu vereyim, Smith Wesson mu?” diyor.

Dinleyici 4: Banka kredisi kullanmaniza gerek yok. Onlar sizi kredilendiriyor. 3 taksitle.: Banka kredisi kullanmaniza gerek yok. Onlar sizi kredilendiriyor. 3 taksitle.

Dinleyici 3: Oh ne güzel! Ikincisi Ankara’da bir çok yerde var. Istanbul’da, Izmir’de daha çoktur belki, bilemiyorum ama. Adam geliyor, hani kasaba gider insan tarttirir ya: “Oglum suradan yagli tarafinda Smith Wesson ver, yarim kilo da mermi istiyorum”. Kime karsi ne kullaniyorsunuz? Yani burasi Türkiye’yse alip basini gitmedi. Hocam, size katilmiyorum, bu silah kullanma imtiyazi… Belki ben bu imtiyazi yanlis anlamis olabilirim, özür diliyorum. “Bugün bu ruhsat açiga çiksa herkes silah alir” dediniz. Ben 47 yasindayim, askerden sonra hiç silah kullanmadim, kullanmak da istemiyorum. Ben otele girerken görevli bana dedi ki: “Silahiniz var mi?”. “Var” dedim. “Lütfen efendim, resepsiyona birakin” dedi. Çikarttim kalemimi. Komiklik yaptigimi sandi. Benim silahim kalem, onun silahi da tabanca. Benimki ruhsatli. En tehlikeli bizimkisi.

Einstein’da atom bombasi yaparken teknolojiye hizmet olsun diye yapti. Ama akabinde Hirosima’ya ve Nagazaki’ye bombalar atildi, binlerce kisi öldü. Belki bir koruma silahi olarak yapildi. Kim icat etti bilmiyorum. Rahmet de etmiyorum. Silah icat oldu, bu karsinizdakinin kasini egdigini, gözünü egdigini düsünüp de yada çete yada birtakim sivil güçlere baglisiniz diye -mafya olabilir, çete olabilir- size bunu kullandirma hakkini da vermez. Bizim karikatürcü olarak en çok savastigimiz, vurustugumuz, çizdigimiz olaylardan bir tanesi silahsizlanma, bir tanesi de dogadir. Gelin görün, bunlarin ikisi de süratle çabaliyor, gidiyor.

Süperpozenin kullanilmasi olayi, yetenegi beni baglamaz. Ben süperpoze de kullanmadim. Ama biraz sonra bir lokantada bir bildircin tava yiyebilirim. Avcilik ise kesinlikle Milli Egitim Bakanliginca, eger ilgili bakanlik Tarim, Köy Isleri her neyse, bir çerçeve içine alinarak çok ciddi egitim boyutlarina vardirilmasi gerekmektedir.

Tesekkür ederim, sagolun.

Yücel: Egitimsiz bir sey olmaz. Ama eger isterseniz sirf egitim için 2 saat konusuruz.

Dinleyici: Genel silahsizlanmayi savunurken, dünyada 1 milyar $ her gün bu is için ayrilirken, ülkeler bu is için yarisirken tabii kaçinilmaz bireysel silahsizlanmanin da gündemde olmasi kaçinilmaz. Bu Hollanda’dir, Uganda’dir, Fransa’dir, ama konu böyledir. Ben biraz daha bireysel silahsizlanmaya toparlayayim diye ugrastim.

Baskan: Çok tesekkür ederim. Hanimefendi buyurun.

Dinleyici 5: Verilen bilgiler çok degerli ve gerçekten silahlanma çok korkunç boyutlarda. Ama bence trafik kazalari da ayni sekilde tehlike boyutu tasiyor. Bunlari bireysel düzeyde bizler, vatandas olarak nasil engelleyebilirizi düsünme yönünde Ilkiz Bey söyleyince ben, kisi olarak, birey olarak bir huzursuzluk hissettim arkadasim gibi. Biz gerçekten örgütlü bir biçimde buna “hayir” dedigimiz taktirde bunu engelleyecegiz. Örgütlü olmak için, böyle düsünmek içinse, biz, devlet eliyle düsünmemeye zorlanmisiz. Baris dernekleri suçlu olmus. Baris derneginin üyeleri hapse girmis bir ülkenin insanlariyiz bizler.

Bir de Nokta dergisinin yaptirdigi bir arastirma var. Yakasini kaldirip, kimlik sorup, duvara yatirip, bu yana geçin dedigi zaman hiç itiraz etmiyorlar, etmiyoruz. Öyle olunca da nasil itiraz edecegiz yönünde bir huzursuzlugumuz oluyor. Belki tünelin ucundaki isigi göstererek konusmak lazim.

Baskan: Sayin Göknil’in ekleyecekleri var saniyorum.

Göknil: Söylediginize katilmamak mümkün degil. Yapilacak seylerden bir tanesi bireysel silah konusunda, eminim ki, sagda-solda su veya bu sekilde silahli biriyle karsilasmis olabilirsiniz. Varsayiyoruz ki, silahli olduguna göre, ruhsati da vardir. Yanlis! Bunu varsaymayin. Tipoloji de zaten kendini belli eder. Onu tasima sekli, yoklamasi, fizyolojisi, onun tipolojisi bile size o hissi verir medeni bir insan olaraktan. Böyle bir adam, komsunuz, silah atti. Camlari, perdeleri kapamayin. Karakola telefon edin. Su evden, su balkondan silah atildi. Yapabilecegimiz çok sey var. Bunlarla ben, sadece bir misal vermek istedim size.

Dinleyici 6: Ben, bir silahsever olarak sormak istiyorum. Silahi seviyorum. Silah bulunduruyorum. Su anda da arabamda silahim var, bagajimda tasiyorum.

Baskan: Nasil bir silah? Ruhsatli? Bulundurmak…: Nasil bir silah? Ruhsatli? Bulundurmak…

Dinleyici 6: Ruhsatli tabii ki. Ben bugün silahi sadece avda kullandim. Çamur oldu. Temizletmek için -kendim temizleyemedim- götürecegim. Parçalanmis vaziyette bagajimda duruyor.

Göknil: Hemen bir sey soracagim size? Hangi avdan geliyorsunuz? Ne avi?

Dinleyici 6: Bir buçuk ay evvel Cihanbeyi’ne gittim.

Göknil: Bir buçuk ay evvel? Ha, pardon yanlis anladim. Su an av mevsimi kapandi.

Dinleyici 6: Tabii ki! Onlara son derece riayet ediyorum. Hemen aklima geleni söylüyorum, Agustos ayinda bu Malya Çiftligine gittim. Orada 8 tane -devletin verdigi hak 8 tane bildircin vurabilirsin- vurdum. Saat 1100 olmadan av yerini terk ettim. Aksam bir milletvekili, çok iyi taniyor herkes burada, övünerek 200 tane bildircin vurdugunu söyledi o gün. Çok büyük tepkimiz oldu. Kanun koymaktan bahsediyorlar, kanun koyucular kanunu ihlal ediyor. Onlari egitmeye ihtiyacimiz var gibi geliyor.

Göknil: Yapacaginiz sey o milletvekillerinin mezaliminden korkmayip, gazetecilere…

Dinleyici 6: Gazetecilere de sözüm var. Bir televizyon kanalini hafizadan sildim ben. Söylemiyorum adini. Titiz bir insanim, bazi noktalardan dolayi sildim. Bazi kameralarda, bazi haber programlarinda o omuzda tasinan kamerayi bazuka gibi görüyorum ben. Bazukadan daha tehlikeli görüyorum ben.

Baskan: Böylesine tepkili bir izleyici iseniz sizi kutlamak istiyorum, bizim de sikintimiz bu.

Dinleyici 6: Aldigimiz maas belli. O televizyonlari kendi kanallarina sikayet etmekten 30 milyon liranin altinda telefon parasi gelmiyor bana. Telefon açiyorum. Her on dakikada bir derin nefes alip, gevseme ihtiyaci hissediyorum. Çocuklarimla beraber televizyon seyretmiyorum. Arkadasim dedi ki: Bir gazeteci öldügünde bütün insanlar ayaga kalkmali! Aksam yemek saatinde haber izliyorum, lokma geçmiyor. Bir tek gazeteci degil, her insan! Disari bakiyorum, acaba bir tepki gösterecek insan varsa ben de çikayim onunla beraber.

Hanim efendiye de bir söz söylüyorum: Korucular için dediniz ki, devleti sikayet ettiniz mi? Dava açtiniz mi? su anda korucularin pozisyonu stratejik olarak belki strateji uzmanlari tarafindan öyle bir ihtiyaç hissedilmisti. Ama bugün mezrasindan çikmis olabilir. Onu elestirelim. Fakat dava etmeyi düsündügünüz korucular teröristlerden kaç tane bebek korudular farkinda misiniz? Kimi dava edeceksiniz? Niye dava edeceksiniz?

Dinleyici 7: Kaç tane kiz kaçirdiklarini biliyor musunuz?

Dinleyici 6: Müsaade eder misiniz? Su anda mezrasindan çiktigini belirtiyorum.

Baskan: Konu bu degil. Lütfen konuya dönün.

Dinleyici 6: Tamam, simdi dönüyorum. Birazdan gidecegim, notlarimi söyleyeyim: Kovboy sayimiz 61 bini asti diyor. “Bütün penguenler siyah-beyazdir” diyebilmeniz için bütün penguenlerin siyah-beyaz olmasi lazim. Bir tane farkli renkte penguen varsa “bütün penguenler siyah-beyazdir” diyemeyiz. Aletlerden bahsettiler. Katiliyorum. Çok güzel. Aslinda hepinizin fikirlerine aynen katiliyorum ve imza verecegim. Silahsizlanmaya karsi silah seven bir insan olarak imza verecegim. O gösterdikleriniz silah degildir. Alettir. Suç islendigi zaman suç aleti olur. Araba da o sekilde, tabanca da o sekilde. Arbalet de bir alettir. bunlar suç islendigi zaman suç aleti olur. Medyadan bahsettik. Bir de ruhsatli silahla islenen suç olaylari ile ruhsatsiz silahlarla islenen suç oranlarini merak ediyorum. Hepsine katiliyorum ama, bana öyle geliyor ki, bir köyde taslari, sopalari alip, köpekleri serbest birakma gibi oluyor bu ruhsat isi. Yani siz sadece namuslu insanlarin üzerinde etkili olabilirsiniz. Art niyetli ve namussuz olan insanlari asla ve asla engelleyemeyeceksiniz.

Baskan: Bu da tabii egitim ve kültür eksikliginden. Her yerde, her platformda bunu söylüyorum. Egitimin mutlaka bütün topluma yayilmasi ve kültürün yükseltilmesi lazim. Ancak böyle kurtulus olur. Baska bir yol yok. Az önce bahsi geçti. Kültür ve siddet, kültür ve silah hep atbasi gidiyor maalesef.

Dinleyici 6: Müsaade ederseniz son bir sey hatirlatacagim: Programdan dolayi intihar eden insanlari hatirlatacagim. Tesekkür ederim.

Dinleyici 8: Silah satin aldiginiz zaman sadece onun numarasi ve sizin kimlik bilgileriniz vb. devletin arsivlerinde kayitli. Ruhsatli silahlarda bu geçerli. Ruhsatsiz silahlarda zaten her hangi bir kayit yok. Bütün bu silahlarla islenen her hangi bir suçun failini bulmaniz imkansiz. Eger o silah daha önce bir suça karismamissa o silahi kullanan kisiyi yakalamaniz imkansiz. Çünkü bu ülkede satilan silahlar bütün dünyada yapildigi gibi ilk kursunu atilip, onun balistik incelemesi alinmiyor. Bu bütün ruhsatli ve ruhsatsiz silahlar için geçerli. Eger ben yeni aldigim bir silah ile suç islersem, kimsenin beni yakalamasi mümkün degil, tanik olmamasi disinda. Bilmiyorum yaniliyor muyum?

Göknil: Dogru söylüyorlar. Benim isaret edecegim bir noktaydi. Unuttum, hatirlattiginiz için tesekkür ederim. Yalniz bir düzeltme yapayim. Yivsiz silahta düzeltme diye bir sey olmaz.

Dinleyici 9: Almanya’ya giden isçilere -gurbetçilere- baktigimiz zaman Almanya’da trafik suçlarina agir cezalar verildigini, her seyin ayrintilarla yasalarda belirtildigini söylüyorlar. Almanya’da yapilmasi agir bir bedel ödettirecek olan bir davranisi Türkiye’ye geldikleri zaman dur olsun, kirmizi isikta geçmek olsun rahatça yapiyorlar. Ama Almanya’da yapmiyorlar. Görüyoruz ki, insanimizin üzerine illa egitim diye gitmemize gerek yok. Demek ki yasalar caydirici oluyor. O zaman bizim yapmamiz gereken yasalarin ayrintili hale getirilmesi ve caydiriciliginin arttirilmasi. Dolayisiyla bu kanunlarin çikmasi için bir kamuoyu olusturulmali, bu yüzden de bence bir oyun yazilsin. Umut Vakfi buna öncülük etsin. Tiyatroculardan yardim alin. Silahlanmayi kötüleyen, elestiren bir oyun yazilsin. Ve bu degisik illerde sergilensin. Giriste de brosür verilsin. Bu sekilde bir iletisim saglanmis olur. Bundan ziyade gençlerimiz stand-up’çilari örnek aliyorlar. Her söyledikleri yöne sevk oluyorlar. Onlari da eger bilinçlendirebilirsek bu konuda, mesaj kaygili hale getirirlerse sovlarini, biraz deginirlerse eger silahsizlanmaya bence böyle bir etkilesim olabilir. Bu konuya ilgi duyan kisi sayisi artar. Ve yeni yeni önerilerle milletvekillerinin, medyanin harekete geçmesi saglanabilir.

Baskan: Çok tesekkür ederiz.

Dedeman: Tesekkür ederim. Zaten bu kampanyalari 5 yildir devam ettiriyorum. Türkiye’nin gündeminde bireysel silahsizlanma kelimesi bile yoktu, Umut Vakfinin kamuoyu yaratma çabasiyla bunlar olustu. Ayrica biliyorsunuz silahin sakasi yok, en genis kitleye nasil ulasabiliriz, bu konuyu daha nasil yayabiliriz diye düsündük ilk basta. Futbol maçlari! Çünkü herkes futbol ile iç içe. O nedenle de “silahin sakasi yok” kampanyalarini baslattik. Bu arada televizyonlar da çok destek verdi gerçekten. Maçlarin altindan da “Silahin Sakasi Yok” yazimizi geçiyorlardi. O kampanyalar sayesinde kisiler bireysel silahsizlanmaya daha duyarli olmaya basladilar. Hatta komsusunu kinamak silah attigi zaman gibi birbirini kontrole geldi. Çünkü kinamaya da getirdik biz olayi. Kinamak da gerekiyor bu tip seyleri. Iste sorumlu yurttas olarak herkesin bunu yapmasi gerekiyor.

Mesela karikatür yarismasi oldu yine “silahin sakasi yok” kampanyasiyla. Ulastirmaya, herkese iletmeye çalisiyoruz. Bu panellerin de faydasi oluyor zaten. Bir arada hem kendimizi bilgilendiriyoruz bu konuda neler yapilabilir diye hem de sizler gibi duyarli kisilerden yardim bekliyoruz. Her bir kisi üç kisiye bu konuyu açsa ve bu konuda bilgilendirse o yayilaraktan devam eder. Zannediyorum kitlelerdeki en önemli sey de bu olmali. Egitim dediniz, tabii ki çok dogru, ama egitimin olmasi için önce bir dislenmemiz gerekiyor, konunun içerigi neyse. Ben, konusmacilarimiza da tesekkür etmek istiyorum bu arada. Ben de bu arada bugün çok bilgilendim. Hepimizin bilgi alisverisine her zaman ve her konuda ihtiyaci var.

Dinleyici 3: At-avrat-silah atasözünün Orta Asya’dan gelmis bir söz olarak kalmasini öneri olarak biz nereye verebiliriz? Nostalji olarak orada kalsin bu atasözü, ama literatürden kalksin.

Ilkiz: Medyada yer almak istiyorsaniz, sesinizi duyurmak istiyorsaniz bugün burada bulunan 6 karikatürcü arkadasim yaptigi her karikatürün altina bunu yazsin. Dolayisiyla gazeteciler sorsun, “bu niye?” diye. O zaman haber olursunuz, o zaman topluma biraz mal olur; bir de devletin en yetkililerinin karikatürünü yaparak altina bunu yazarsaniz ve bunu da karikatür olarak törenle kendisine verirseniz, artik “at-avrat-silah” kalir. Benim önerim bu! Ama isterseniz bir de patent dairesine bir karikatürünüzü götürün, tescil ettirin, bu da orada olsun. Onunla beraber o sözle tescil edilmis olur.

Dinleyici 3: Silahsizlanma ile ilgili bir yarisma oldugu zaman böyle yapabiliriz.

Ilkiz: Her zaman için. 1 Mart 1954 tarihinde Türkiye, Gümrük Birligine giriyor ve girebilmesi için de fikir ve sanat eserleri hakkindaki kanunu çikartacaksiniz, rekabetin korunmasi hakkindaki kanunu çikartacaksiniz, tüketicinin korunmasi hakkindaki kanunu çikartacaksiniz, deyince kabul dediler ve o kanunlar çikti. Simdi o kanunlarin birtakim sikintilari yasaniyor, ama bakin söylediginiz konuda sizin bir fikri eseriniz tescil edilebilir. Bu kelimeyi altina yazarsiniz. Onunla ilgili bir karikatür yaparsiniz. O zaman cümle de hukuken tescil edilmis olur.

Göknil: Son bir sey söylemek istiyorum: Bu egitim sadece açilan kurslarda vesairede degil. Yani yasarken hepimizin isinden dolayi, ofisinden dolayi, sektöründen dolayi karsilaºtigi farkli kitleler, farkli ortamlar, farkli yasam yerleri var. Oralarda karsilastigimiz olaylarda da egitebiliyoruz insanlari. Yani yanlisi gördügümüz zaman üstüne gitmemiz lazim. Bunu söylemek istiyorum. Biz de ava gittigimiz zaman yarisi hayatimin egitmek ile geçiyor. %10’u av! Bu kadar da agir bir hobi dünyada yok. Kimseye tavsiye etmem.

Baskan: Tesekkür ediyorum. Bizden önceki panel konusu hepimizi çok yakindan ilgilendiren bir konuydu: saglik. Saglimiza ne kadar önem verdigimiz açik. O panelde aslinda çok degerli fikirler vardi. Ama izleyen 5-6 kisiydi. Bu konu ise daha çok dikkat çekti ve katilimcilar, konuklar, dinleyiciler daha çok. Eminim ki herkes 3 kisi, 5 kisi etkilese bu konuda halka halka yayilacak ve Umut Vakfinin bu adimi basariya ulasacak. Ben buna inaniyorum.

Hepinize çok tesekkür ediyoruz katildiginiz için, geldiginiz için, bu tatil gününde bu çok hayati konuda bizlerle beraber oldugunuz için sagolun.

Bireysel Silahsızlanma "Toplumumuzda Bireysel Silahlanmanın Nedenleri ve Sonuçları" Paneli 20 Mart 1999 tarihinde Ankara Kültür Merkezi Sağlıklı Yaşam Fuarında gerçekleştirilmiştir.