Bireysel Silahlanma ile Oluşan Şiddet Ortamında Kadının Yeri ve Rolü Üzerine

Esengül Ayyıldız

Giriş
Türkiye’de ateşli silahlarla meydana gelen olayların yaygınlığını, cana, mala, toplumsal güven ortamına verdiği zararı göz önünde bulundurduğumuzda, bu konuda yapılacak her türlü çalışmanın son derece gerekli ve önemli olduğunu hiç kuşkusuz kabul ederiz. 

Bu kısa çalışmada, şiddet üstbaşlığından hareketle bireysel silahlanmanın genel tanımına, iktidar ilişkileri içinde efendi-köle ilişkisi üzerinden şiddetin kadın ve erkek, güçlü ve zayıf kaşıtlıkları içindeki ifadesine bakılacak; kadının bireysel silahlanmayla oluşan şiddet ortamındaki mağduriyeti karşısında, bu mağduriyetin sürmesinde ve şiddet kültürünün içselleştirilerek benimsenmesindeki, ataerkil düzen ya da cinsiyet rejimi[1] içindeki konumundan kaynaklanan pekiştirici fonksiyonu tartışılacaktır.

Şiddet ve Bireysel Silahlanma
Psikoloji sözlüğündeki şiddet maddesi ilk olarak “düşmanlık ve öfke dugularının, kişilere veya nesnelere yönelik fiili, yıkıcı fiziksel zor yoluyla dile getirilmesi. Bu haliyle her türlü çatışma ilişkisinde (ailede, okulda, gruplar, ırklar, vb. arasında) rastlanan şiddet, saldırganlığın özgürlüğü, insan iradesini hiçe sayan en ileri, en aşırı boyutudur” tanımını verir[2]. Hiç kuşkusuz, insanın insana uyguladığı zor kullanma halleri sadece fiziksel zarar vermenin çok ötesindedir ve şiddet kavramı ile ilgili oluşan geniş literatür bu tanımdan ibaret değildir. Fakat, bu makaledeki çerçeve içinde şiddet en kaba ve uç haliyle, insanın insana uyguladığı fiziksel güç ve yok etme manasıyla ele alınmaktadır.

Her türlü şiddet eylemini göz önünde bulundurduğumuzda; şiddetin en uç noktasının bireysel silahlanma olduğunu rahatlıkla söyleriz. Silah yalnızca öldürmek ve yaralamak işine yarayan ve başkaca işlevi bulunmayan bir şiddet objesidir. Ateşli silahın yalnızca bulundurulması dahi potansiyel öldürme ve yaralama olaylarına geniş bir zemin yaratır. Bu gerçekten hareketle; aynı toplum içinde yaşayan bireylerin herhangi bir ideolojiye ait olmaksızın, ateşli silahlar ve bıçaklar ile diğer aletlerle donanmasını “Bireysel Silahlanma” olarak tanımlayalım. 

İnsanlar neden silahlanırlar? Bu soruya verilen cevaplar, Bakırköy Psikiyatri ve Tedavi Araştırma Merkezi’nin (BAPAM), 10.000 silah ruhsatı başvurusu üzerinde yaptığı bir araştırmada şöyle sıralanıyor: İş riski nedeniyle % 35, evde bulunsun diye % 23.6, Merak ve hobi olarak %16.7, Avcılık veya atıcılık gerekçesiyle %12.7, Meslek gereği % 6.8, Hatıra yani intikal nedeniyle % 5.2. Bu soruya verilen en yaygın cevaplardan diğeri ise ‘güvenlik nedeniyle’dir.[3] 

Tüm bu mazeretlerin ötesinde, bireysel silahlanma ile oluşan şiddet ortamında, toplumumuzdaki farklı cinsiyetler arasındaki, şiddeti uygulayan ile mağdurunun ilişkisini düşünürsek; temel nedenlerden en azından bir tanesinin hiyerarşi zincirinin ‘güç’lüsüyle, ‘güç’e tabi olanı arasındaki iktidar ilişkisi olduğunu görürüz.
 
 
İktidar ilişkisi içinde Kadın – Erkek: ‘Celladına aşık olmak’ ve Pekiştirilen Şiddet
Şiddet kavramını ele aldığımızda en az iki taraftan söz ederiz. İktidar ilişkisi içinde iktidar, kısmen de olsa, şiddetin elde tutulduğunun gösterilmesiyle temsil edilir.[4] Hangi tarafın güçlü olduğu bu temsiliyetten anlaşılır. İktidarın bu temsiliyeti hiyerarşinin güçlü olduğu ve otoritenin merkezi öneme sahip olduğu geleneksel kültürler içinde, toplumsal kabullerin onayladığı hatta takdir ettiği bir durumdur. Şiddetin, en azından iki taraf arasındaki bu gayrı-insani ve tahakkümcü mevcudiyeti, o toplumu oluşturan tüm insanların (kadın ve erkek ayırd edilmeksizin) katkısıyla kültürel bir kabul haline dönüşür. 

Ünsal Oskay, ‘Efendi / Köle’ İlişkisi Açısından Şiddet ve Görünümleri Üzerine adlı makalesinde, şiddetin, iktidar farklılığının sonucunda birinin iradesinin diğerininkine bağlanmasıyla oluştuğunu söyler. Böylelikle, ‘hayatının öznesi olma’ hakkı ve şansı elinden alınmış bireyin hayat karşısındaki konumu değişir. Bu zayıflıktan kaynaklanan ‘köleleşme’ hali, insan onuruna yönelen en önemli tehdittir. ‘Köle’ haline indirgenen birey, her defasında bu durumdan kurtulmak için çabalar ve bunun için birçok yöntem geliştirir. Bu yöntemlerden gelişkin olan bir tanesi; ‘efendi/köle ilişkisinin kölenin gözünde meşrulaştırılması’dır. Özgürlüğü elinden alınan ‘kişi’ canını, varlığını bağışlayan ‘güç’lü olana bağımlılaşır. Onurunu elinden alanın, salt ‘varlığını’ bağışlaması, temelinde korkunun olduğu bir itaat hali oluşturur. Baskı ve itaat arttıkça; ‘köle, efendisinin azameti ve görkemi karşısında ona hayranlık duyabilmekte’, ‘celladına aşık olabilmektedir’.[5]

Bu perspektifle bakıldığında, kadına yönelik şiddeti tartışırken, sözkonusu şiddet ortamında kadının rolünü gözden kaçırmamak gerekir. Anne olarak kadın; erkek ve kız çocuğunu yetiştiriken, benimseyecekleri cinsiyet rolleri içindeki tutumlarını şekillendirir. Toplumsal kabuller ve geleneksel kültür içinde, ataerkil kültürü baştacı eden kadın, bu ortamda hayatı pahasına, insan olarak varlığının farkında olmaz. İşte o kadın, bir erkeğin insan olarak kıymeti olmayan ‘bacısı’, ‘karısı’, ‘kız çocuğu’ olmayı baştan kabul eder ve kız çocuğuna iyi bir ‘bacı’, iyi bir ‘karı’, iyi bir ‘gelin’ olmayı öğretir. Erkek oğlu ise yiğitliğini sünnetinde, diğer toplumsal ortamlarda altın kakmalı, kıymetli madenlerle ve taşlarla süslendirilmiş ateşli bir silahla taçlandırır. Bu ateşli silahın namlusu, sıklıkla, kadın olmaktan kaynaklanan rollerini yerine getirmeyene çevrilir ya da bu rolü uygulamamaktan kaynaklanan suçluluk ve kirlenmişlik duygusuyla kendi kendini yok eder. Ama yine de ‘anne’ler, ‘büyük Anneler’ bu makus talihin karşısında durmak yerine, geleneğin sürmesini yeğlerler… 

İşte bu noktada sormak gerekir: ‘Celladına aşık kadınlar’ geleneğin karşısında durarak, köle olmaktan nasıl kurtulabilirler? Kadın, kızını dövmeden, onu mahkum olduğu hayattan layık olduğu hayata taşıyacak hale nasıl gelir? Kocasını ve oğlunu yiğitliğin silahla değil ‘barış’, ‘uzlaşma’, ‘insan-birey-yurttaş’ olmayla taçlandırılabileceğine nasıl ikna eder?

Umut Vakfı bu soruların cevaplarını bulmak üzere; Türkiye’de farklı sosyal, siyasal ve ekonomik statülerde bulunan kadınların ateşli silah bulundurma, taşıma, ateşli silahla şiddete uğrama, ateşli silahla şiddet uygulama, çocukların oyuncak silahla ilişkisinde kadının ‘anne’ olarak rolü, erkeklerin silahla ilişkisinde kadının ‘eş’ olarak rolü gibi konuların tartışılacağı bir arama toplantısı düzenleyecek. Amaç; ülkemizdeki kadınların, gelecek kuşakların yetişmesinde ve toplumsal zihniyetin biçimlenmesindeki etkin aktörler olarak, bireysel silahlanmayla oluşan şiddet ortamındaki yerini ve rolünü tanımlamak ve çözüm sürecindeki rolünü tayin etmektir.

Umut Vakfı Kurucu Başkanı Nazire Dedeman’ın şu çağrısıyla bitirelim: 

‘Bireysel silahsızlanma konusunda kadınlara düşen görev şu olmalıdır: Erkeğin silahlanmasına muhalefet edelim. Silah kullanmanın Türk erkeğinin geleneği olduğunu kafamızdan önce biz silelim ve bundan erkeğin ilkelliği olarak sözetmeye başlayalım. Bu şiddet kültürsüzlüğünü gelenek olarak kabul etmeyelim. Bu geri kalmış kültürün altında kadına ve çocuğa baskı yatmaktadır. Erkek namus koruyan, namus temizleyen konumuna getirilmiştir. Bu temizlik silahla kadınları katletmek suretiyle yapılmaktadır. 

Bugünün tablosunda bireysel silahsızlanma çok acil olarak üzerinde durulması gereken toplumsal bir sorundur. Sorun yasa yapıcıların önlem almasıyla ve eğitimle yok edilebilir. Kadın olarak önce kendimizi sonra gelecek nesillerin aydınlığı için çocuklarımızı eğitmek görevimizdir.’
 
Esengül Ayyıldız
Umut Vakfı Koordinatörü
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
İletişim Bilimleri Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi
 
Kaynak: Esengül AYYILDIZ, “Bireysel Silahlanma ile Oluşan Şiddet Ortamında Kadının Yeri ve Rolü Üzerine”, Kadın çalışmaları Dergisi, Aile İçi Şiddet Özel Sayısı, Cilt:2, sayı:4, Ocak-Nisan 2007, syf. 118-120 
 

 
Aksu Bora ve İlknur Üstün, ‘ataerki’ kavramında modernlik öncesine aidiyet çağrışımın çok güçlü olduklarını düşündükleri için, bu kavram yerine ‘cinsiyet rejimi’ kavramını kullanıyorlar. Bkz. Aksu Bora, İlknur Üstün. ‘Sıcak Aile Ortamı’ Demokratikleşme Sürecinde Kadın ve Erkekler, Tesev Yayınları, 2. baskı: Mart 2006, syf.13[1]
Selçuk Budak, Psikoloji Sözlüğü Ankara, 2000, Bilim ve Sanat Yayınları, syf. 716[2]
Dr. Ayhan Akcan, ‘Neden Bireysel Silahlanma’ içinde Bireysel Silahsızlanma, Umut Vakfı Yayınları, 1. baskı: Ocak 2004, syf. 22[3]
Mark Hobart, ‘Şiddet ve Susku: Bir Eylem Siyasasına Doğru’ içinde Cogito, çev: Yurdanur Salman, Kış-Bahar 96, YKY, syf.51[4]
Ünsal Oskay, Efendi / Köle’ İlişkisi Açısından Şiddet ve Görünümleri Üzerine, içinde Cogito, Kış-Bahar 96, YKY, syf. 186[5]