İstanbul Barosu "Bilinçsiz Silahlanmanın Etkileri ve Ortak Mücadele" Paneli
Komisyonumuz çağdaş ve uygar insanların en ağır sorunlarını dahi uzlaşma yolu ile çözeceğine dair inancı ile çalışmlarını sürdürme isteğindedir.
- Panel Konuşmaları
-
SUNUCU AV. ÖZGÜL BEYAZIT KIVANÇ
İstanbul Barosu bünyesinde kurulan Bireysel Silahsızlanmaya Karşı Çalışma Grubunun ‘Bilinçsiz Silahlanmanın Etkileri ve Ortak Mücadele’ konulu panelimize hoşgeldiniz.
Teşekkür ederim.
Tabii asıl alkışlanması gereken komisyonu yürüten arkadaşlarımız ve başkanı olan Avukat Hülya Kesim. Biz bu çalışma grubunu, komisyonu 1 yıl önce kurduk. Amacımız Türkiye’de özellikle (anlaşılamadı) bölgelerinde bireysel silahlanmanın yarattığı sorunlara karşı yasal düzenlemenin geliştirilmesi ve yasalarımızın evrensel hukuk kurallarıyla bağdaşır duruma getirilmesiydi. İlk yılımız avukat arkadaşlarımızın katılımının az olduğu bir yıl olarak geçti ama biz çalışmalarımızı sürdürdük.
Bu ilk panelimiz, çok önemli baromuz için. Bu konunun özellikle eğitimle çözümlenebileceğini çok iyi biliyoruz. Bu arada Umut Vakfı ve Sayın Başkanı Nazire Dedeman’la yakın ilişkilerimiz oldu. Çünkü bu vakıf ta silahlanmaya özellikle bireysel silahlanmaya karşı çalışan bir vakıf. Biz aslında toplumsal silahlanmaya da karşıyız tabii ki.
İstanbul Barosu olarak en önemli olanı, bir kanun devleti olmaktan çok hukuk devleti durumuna gelebilecek bir Türkiye’yi amaçlıyoruz ve bütün komisyonlarımız, yönetim kurulumuz ve bütün hukukçu arkadaşlarımızın bu yönde emek vermesini hep rica ediyoruz, diliyoruz genç arkadaşlarımızdan da.
Şimdi ilk çalışmamız çok değerli konuklarımızla ve bu konuya gerçekten emek vermiş çok değerli kişilerle olacak. Katılımımızın daha çoğalacağını umuyoruz. Ama ne yazık ki işte bilimsel çalışmalara katılımlar biraz az oluyor toplumumuzda. Biz bu toplantıyla başlayan yeni bir süreçi götürmeye çalışacağız. Bu seneki seçimlerde Baro Yönetim Kurulunda kaldığım için sanıyorum komisyonla koordinasyonu gene ben yürüteceğim. Amacımız Türkiye çapında barolarda örgütlenmek ve bu komisyonları yaymak ve özellikle işte Karadeniz ve Güneydoğu Anadolu gibi bireysel silahlanmanın çok denetimsiz ve çok yoğun olduğu bölgelerde bu konuya karşı bir hukuksal savaş açmak. Gene aramızda çok değerli bir emniyet mensubumuz da var, sanıyorum verdiği bilgiler hepimizi ürgütecek boyutlardadır. Çünkü biliyoruz olayları. Bu konuda baro olarak yani yargının savunma ayağı olarak görüşlerimizi Türkiye çapında ulaştırmaya çalışacağız.
Şimdi gene Hülya Kesim’den rica edeceğim. Panelistlerimizi tanıtacak sizlere. Teşekkür ediyoruz katıldığınız için.BAŞKAN AV. HÜLYA KESİM
Efendim, ben kısaca panelistlerimizi tanıtmak istiyorum.
Sayın Nazire Dedeman, Umut Vakfı kurucusu ve şu anda da yönetim kurulu başkanı. Bireysel silahlanmaya karşı kurulduğu günden itibaren çok faydalı çalışmalar, etkinlikler yapan ve de bizim baroda oluşturulan grubumuzun kurulmasına büyük destek veren bir vakıfın başkanı. Kendileri bugün ‘ülkemizdeki bireysel silahlanma ve de umut vakfı tarafından bugüne kadar gerçekleştirilen etkinlikler ve bundan sonra gerçekleştirilmesi düşünülen etkinlikler, çalışmalar’ konusunda bilgilerini bizlerle paylaşacaklar. Teşekkür ediyoruz şimdiden.
Sayın Savaş Kalafat. Star Gazetesinden değerli arkadaşımız. Kendileri bu yıl Umut Vakfı tarafından düzenlenen ‘Medyanın barışa katkısı’ konulu makale yarışmasında ‘birincilik’ ödülü sahibi. Kendileri bugün ‘bireysel silahlanmayla yaratılan spor vahşeti ve çocuklar üzerindeki etkisi’ konusunda bizlere görüşlerini aktaracaklar. Teşekkür ediyoruz.
Sayın Gül Erman. Hepiniz çok yakından tanıyorsunuz eminim. Bize ‘bireysel silahlanmanın yasal ve hukuki boyutu’nu anlatacak ve de panelimizi yönetecek. Teşekkür ediyoruz.
Sayın Ahmet Süha Umar, eski Amman Büyükelçimiz. Şu anda Av ve Yaban Hayatını Koruma Vakfı Başkanı. Ayrıca bugüne kadar AGİT ve AKKA nezdinde silahsızlanmayla ilgili yurtdışı görüşmelerde Türkiye temsilciliği görevlerinde bulunmuş, bireysel silahlanma konusunda oldukça geniş ve derin bilgileri var. Bu bilgilerini bize aktaracaklar. Ayrıca ‘bireysel silahlanmanın insanların yanında hayvanlar yönünden de etkileri’ni olumlu - olumsuz bizlerle paylaşacaklar. Teşekkür ediyoruz.
Sayın Ferai Tunç Hürriyet Gazetesinden. Yine kendileri bu yıl Umut Vakfı tarafından organize edilen ‘Medyanın barışa katkısı’ konulu makale yarışmasında ‘onur’ ödülü sahibi. Kendileri bugün panelimizde ‘medyanın bireysel silahlanmada rolü ve önemi olumlu - olumsuz ve bireysel silahlanmanın önlenmesinde yine medyanın rolü ve önemi’ konularında görüş ve bilgilerini paylaşacaklar. Teşekkür ediyoruz.
Son olarak ta İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar ve Silah Kaçakçılık Şube Müdürü Doktor Sayın Adil Serdar Saçan, bize - biraz önce Özgül Hanımın da bahsettiği gibi - oldukça ciddi boyutlarda ‘silah kaçakçılığı ve bireysel silahlanma, ruhsatsız silah edinme, çeteler ve şu anda gündemimizi oluşturan silahla ilgili diğer tüm konularda bilgilerini’ aktaracaklar. Teşekkür ediyoruz.
Ben artık paneli başlatmak üzere sözü ve mikrofonu Sayın Avukat Gül Erman Hanıma bırakıyorum efendim.OTURUM BAŞKANI AV. GÜL ERMAN
Teşekkür ederim.
- Bunu herhalde buraya takacağız değil mi Hülya Hanım? Elimizde mi konuşacağız? Tamam.
Bu panelin idaresi benim üstümde olduğu için bazı hiç hoşlanılmayacak şeyler söylemek zorunda kalmak ta bana düşüyor. Sayın konuşmacılardan ilk konuşmalarını 10’ar dakika olarak kısıtlamalarının mümkün olup olmadığını sorarak söze başlamak istiyorum. 10’ar dakikalık birer konuşma.
Daha sonra da ikinci bir söz hakkınız olacak ve sizlere tekrar 10’ar dakika herhalde bırakabileceğiz gibi geliyor.
Bana konunun hukuksal boyutunu incelemek düştü. Aslında bir konu söz konusu olduğunda silahla ilgili ise ve orada da insanlar ölüyorsa ya da birtakım insanlar adam öldürmek durumundaysa tabii ki hangi kanunda bu konunun düzenlendiğine bakmamız gerekiyor.
İlk aklımıza gelen Türk Ceza Kanunu oluyor. Oysa Türk Ceza Kanununda silahlarla ilgili herhangi bir hüküm yoktur. Türk Ceza Kanunu suçlarda hangi tip silahların kullanılmasını hiç enteresan bulmamıştır. Önemli olan bazı suçların tarifinde, cezalandırma sistemlerinde silahla bu suçun işlenmesini ağırlatıcı sebep sayar, bazen de silahla işlenmeyi özel bir kanun maddesi haline getirir.
Bir memlekette zedelenmekte olan bir hukuksal yarar varsa, bu zedelenmekte olan hukuksal yararın karşılığında normları koymak kanun koyucunun görevidir. Eğer zedelenmiş bir hukuksal yarar olmadığı halde normlar varsa, ceza normlarıysa, insanlara birtakım kısıtlamalar getiriyorsa o memlekette zülum var demektir.
Yok eğer zedelenmekte olan bir hukuksal yarar var ve buna rağmen hukuksal normlar konmamışsa o zaman da o memlekette anarşi var demektir.
Bunların ikisinin son derece dikkatle, birbirlerine dengeli olarak düzenlenmiş olduğu ülkelerde ise bir hukuk devletinden bahsetme ihtimalinin doğabileceğini söyleyebiliriz.
Ben hiç daha fazla ümit vermiyorum. Bir memlekette hukuk devletinin varlığından bahsedebilmek kolay bir olay değil, hukuk devletinden bahsetme ihtimalinin doğabileceğini düşünme sözlerini kullanıyorum.
Bunun üzerine bakarız. Ceza kanununda silahlardan bahsetmiyor. Futbol maçlarından sonra okullarda, her yerde durmadan silahlarla olaylar meydana geliyor, küçücük çocukların elinde silah görüyoruz. Nereye bakacağız?
Tabii ilk aklımıza gelen yine özel bir kanun varlığıdır. 6136 Sayılı Kanun. 6136 sayılı kanun da silahı gerçek anlamda tarif etmemiştir. 4. Maddede saldırmadan, boğma zincirinden, kamadan, muştadan bahseder ama bunların tarifi yapılmamaktadır.
6136 sayılı kanuna ek olan bir nizamname vardır. Orada aşağı yukarı silahların ne olduğu hakkında birtakım bilgiler söz konusudur.
Ancak burada olmayan kanunlardan bahsettik. Oysa bir de olanlara dikkatle bakmamız gerekiyor.
Memleketimizde silahla ilgili birtakım kanunlar var. Sizleri bıktırmak istemiyorum, onun için atlaya atlaya gideceğim.
- Mesela 6136 Sayılı Kanun.
- Olağanüstü hal bölge valiliği tarafından silah taşıma ve bulundurma ruhsatı verilmesinde esaslar hakkında yönetmelik.
- Geçici ve gönüllü köy korucularının ellerinde bulundurdukları ruhsatsız silahların teslimi ve ruhsata bağlanması hakkında yönetmelik.
- Avda ve sporda kullanılan tüfekler, nişan tabancaları ve av bıçakları filan falan yönetmelik.
- Kara avcılığı kanunu.
- Türkiye’de harp, silah ve mühimmatı yapan hususi sanayi müesseselerinin kontrolu hakkında nizamname.
- Tekel dışı bırakılan patlayıcı maddelerle av malzemesi ve benzerlerinin üretimi hakkında bir tüzükBöylece devam ediyor.
Yani memleketimizde aslında bir taraftan silahı tarif eden bir kanun yok, bir taraftan silahlar belirli bir nizamnameyle düzenlenmiş değil, diğer taraftan da yüzlerce - tabii mübalağa ediyorum, yüzlerce değil - ama onlarca kanunlar, tüzükler, nizamnameler ve hatta birtakım kanun hükmünde kararnameler. Bu kanun hükmündeki kararnameler olağanüstü bölgelerde valilere varolan, zaten mevcut olan, sahibi bulunduğunuz ruhsatsız silahlara ruhsat verme yetkisi veriyor menşei sorulmaksızın. Hatta biraz evvel yukarıda duydum Sayın Adil Serdar Saçan’dan, “Yalnız valiler mi dedi. Jandarmalar da!” Ona ben rastlamadım çok şükür.
Arada bir de af kanunları var. - Bir af kanunu çıkacak, 1 seneden beri canımıza yetti. 1 seneyi geçti galiba değil mi af kanunu çıkacak çıkmayacak diye sözler? - Ama bu arada bir dönüp bakıyoruz, arada hiç farketmeden, farkettirmeden af kanunları çıkmış, silahla ilgili suçları affedivermişler. Birtakım kanun hükmündeki kararnameler geriye giderek yine af mahiyetinde kabul edilmişler.
Demek ki memleketimizde silah konusunda aslında nereye başvuracağını bilemediğimiz, aradığımız zaman bulamadığımız, - tabii normal bir kanunda bile tenakuzlar varken - dünya kadar çelişkiyi içeren bir yığın kanun varsa, bir yığın nizamname varsa, bir yığın tüzük varsa o memlekette zaten herkes silah sahibi olur. Olmaması mümkün değildir. Çünkü onun boşluğundan başkası faydalanır, bunun boşluğundan bir diğeri faydalanır.
Şimdi bunun üzerine neyi düşünmemiz gerekiyor? Bu memlekette silahlar giderek artıyor, suçlar giderek artıyor, o halde herkesin ilk aklına gelen “Tamam. Cezaların ağırlaştırılması lazım. Daha ağır ceza verelim.”
Oysa dönüp baktığımız zaman cezaların hiç te hafif olmadığını göreceğiz. 6136 sayılı kanunun 12. Maddesi “silahları ve mermileri ülkeye sokanlar, sokmaya kalkışanlar hakkında 5 yıldan 8 yıla kadar ağır hapis cezası veriyor.” Ayrıca para cezası veriyor. Ama ben para cezalarını hiç saymıyorum, çünkü hepsi komiktirler.
Eğer bunlar teşekkül halinde işlenmişse 10 yıldan 15 yıla kadar hapis cezasını içeriyor. Otomatik dürbünlü tüfek ve tabanca veya benzerleri olması halinde adetler vahim addedildiği taktirde cezalar yarı oranında arttırılıyorlar.
Aynı kanunun 13. Maddesine göre ateşli silahlarla bunlara ait mermilerin satan veya taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında 1 yıldan 3 yıla kadar hapis ve 3 bin liradan 5 bin liraya kadar ağır para cezasına hükmediliyor.
Burada bir ‘vahamet’ kelimesi geçiyor ısrarla. Her ne kadar Yargıtayımız, üstelik Ceza Genel Kurulumuz ‘vahamet’ kelimesini mermiler satıldığı taktirde alınacak olan para miktarının büyüklüğü ya da küçüklüğü olarak vasıflandırıyorsa da aslında - tabii hepimiz biliyoruz ki - mermideki miktar vahameti, meydana getireceği olay vahametidir. Bizim yargıtayımız bunu böyle varsaymış.
Yine de bunlar az cezalar değiller. Sizlere tabii biraz ters geliyor “yine de bunlar az cezalar değil” demem. Eğer elinde ruhsatsız silah bulunan her insan bu cezalarla cezalandırılabiliyor olsaydı problem olmazdı. Bizim problemimiz herzaman varolan yasaların uygulanmayışıdır. Üstelik bu bahsetmiş olduğum cezalar herzaman ruhsatsız silahlarla ilgili. Oysa ruhsatlı silahlarla işlenen suçları hergün medyada görüyoruz, oysa ruhsatsız silahlarla bakanlarımızın düğünlerde havaya ateş ettiklerini görüyoruz. Yani önemli olan ruhsatsız silahlar hakkında birtakım yasalar koymak değil. Bir maç sonrası çıkışta birtakım insanlar havaya ateş edip birtakım insanların ölümüne sebebiyet veriyorsa, varsın o silah ruhsatsız olsun ya da ruhsatlı olsun.
Ceza kanunlarımız ne yapıyorlar? Ceza kanunlarımız bir suçun işlenmesinin normunu düzenledikleri zaman silahla işlenmiş olmasını ayrıca ağırlatıcı sebep olarak görüyorlar. Bugün eğer bir insanın gözünü çıkartırsanız alacağınız ceza 1 sene civarında bir cezadır ama gözlüğünü kırarsanız alacağınız ceza 10 senedir. Çünkü bu yağma suçu haline gelmiştir gözlüğünü kırarak alırsanız. Yani cezalar aslında gerçekten ağır değiller. Gerçekten Türk Ceza Kanununun bütün sistemi içinde yeterince ağır cezalar tayin edilmiş vaziyettedir. Ama eğer her önüne geçene ruhsat verme imkanı veriyorsanız, her üç günde bir af kanunu çıkartıyorsanız, eğer hala daha at-avrat-silah sisteminin içinden gidiyorsanız, daha hala bunu teşvik ediyorsanız o zaman cezaları ağırlaştırmakla hiçbir yere varamazsınız inancı içindeyim. Daha sonra çözümler bölümünde daha açıkça anlatmaya çalışacağım.
Bir de bunun üzerine eklememiz gereken bir olay var. Silah konusunda en tehlikeli durumda olan memleketlerin başında Amerika geliyor. Amerika Birleşik Devletlerinde her 2.5 saatte bir 18 yaşın altında bir çocuk öldürülüyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde son 2 sene içerisinde Vietnam ve Kore savaşlarından daha fazla insan silahlarla öldürülmüş vaziyette.
Eğer biz aşiret hukukumuzun içindeki sistemle zaten silaha bu kadar önem verirsek, eğer bizim devlet başkanımız seyahatten dönerken belirli bir devre içinde Bijan’dan almış olduğu bir tabancayı bir başka devlet adamımıza hediye ederek bu işleri başlatmışsa, bir de bunun arkasından “biz kendimizi herzaman Amerikayı örnek seçmişsek,” o zaman dönüp bir kere silahların ruhsatlı mı ruhsatsız mı olduklarına, cezaların ağır mı yoksa hafif mi olduklarına bakmadan evvel çocuklarımızın hangi oyuncaklarla oynadığına bakmamız gerekiyor. Ellerinde hangi oyuncaklar var? Onlar televizyonlarda hangi filmleri seyrediyorlar? Onlar nereye doğru götürülüyorlar? Ve kanlı medyanın... Çünkü bütün gazetelerimizi elimize aldığımız zaman hemen 3 günde 1 kanlar içinde bir sahne seyrediyoruz. Biz televizyonlarda bunu seyrediyoruz. Nereye doğru götürülmek istendiğimize baktığımız zaman ben kişisel olarak çok dikkatli olmamız gerektiğine inanıyorum. Mevzuat hakkında söyleyeceklerim bundan ibaret.
Şimdi sözü Sayın Savaş Kalafat Beye bırakıyorum.
SAVAŞ KALAFAT
Star Gazetesi YazarıŞimdi aslında çok güzel bir pas attınız, buna biz kendi dilimizde pas diyoruz. Televizyonlardan bahsettiniz ki, bireysel silahsızlanmanın bence çözmesi gereken en önemli konulardan bir tanesi medya yoluyla ya da basın-yayın yoluyla çocuklara şırınga edilen ya da aşılanan silahlanma dürtüsü ya da eğilimi.
Bunun için bir yazı yazdım. Aslında çok fazla da konum değildi ama yazım televizyondan yansıtılan şiddetle ilgiliydi. Öncelikle o yazının ben girişini okumak istiyorum, çünkü gerçekten girişiyle ortasındaki bir bölüm pekçok konuyu açığa kavuşturuyor. Sanıyorum jüri üyeleri de bu yazının içeriğindeki detaylardan dolayı bu ödüle layık gördü yazımı.
“Çocukların ruh sağlığını düşünmeyenler gelecek kuşaklara dinamit yüklü bulutlar üretiyor. Birgün bu bulutların yağmura dönüşeceğini hayal etmek bile korkunç. Çünkü ekran yoluyla hazırladığımız bu çocukların yarının potansiyel suçluları olabileceğini düşünmek gerçekten ürküntü verici bir durum.”
Bir başka bölümü de şöyle:
“Fena halde yanlış yapıyoruz. Sanıyoruz ki silah, adaletin tecelli ettiği noktada bir araç. Ne gariptir ki iyi ellerde bir kurtarıcı olarak algılanması gereken silahlar hep kötünün elinde yani kabadayının, mafyanın. Dizilerin kötü adamlarını ya da çizgi kahramanlarındaki inanılmaz silahları gücünün temsilcisi olarak beynine konuk eden çocuğun geleceğinin potansiyel etkilerini kim tahmin edebilir ki!”
Aslında tahmin edemiyoruz, çünkü reyting çocukları henüz daha aramızda değiller. Onlar hala büyümekteler ve büyürken de televizyondan onlara ulaştırılan ve beyinlerine şırınga edilen şiddeti her geçen gün daha kolay bir şekilde sünger gibi emiyorlar.
Benim de bir kızım var. Eğer onun büyümesini görebilirsem, - ki bu ülkede yaşıyorum, Türkiye’de yaşıyorum - o da sağlıklı bir şekilde büyüyebilirse birlikte huzur içinde devam edeceğiz yolumuza. Ama benim hep korkum şu: Ekrandan insanlara birtakım dizilerle mantıklar empoze ediliyor. Bu mantıkların içinde biraz önce adından bahsettiğim mafya özentili ya da silahın gücüne dayalı ‘kendi hukukunu kendin yarat’ prensibini maalesef biz medya mensupları ya da yayın araçlarının başında bulunan insanlar olarak sorumsuzca bir şekilde insanlara yöneltiyoruz.
Bu nereye kadar gidecek, bu işin sonu ne olacak? Yarın çocuk cinayetleri başladığı zaman - ki Amerika’da bunun örneklerini çok yoğun bir şekilde görüyoruz - o zaman kafamızı bir yerlere vurmaya başlayacağız. Ama inanın ki bu çocukların cinayetleri, sayıları çoğaldıkça biz artık vurmaktan belki vazgeçeceğiz, nerede yanlış yaptık diye oturup düşünmeye başlayacağız.
Oysa bu bir fırsat. Yani yolun başındayken bunu düşünmek, önlemlerini almak ve önlemlerini alırken de gelecek nesillere çok daha sağlıklı prensipler ya da sistemler bırakmak elimizde.
Amerika bizim hep örneğimiz olmuş, çünkü Amerika’da silahlanmak son derece kolay. Birkaç dolara ya da birkaç yüz dolara silah alabiliyorsunuz.
Biraz önce sayın konuşmacının sözlerinden bazı sorular çıkarttım. Türkiye’de valiler kararnamesiyle birtakım silahlar legal boyuta dönüştürülüyor, ruhsat sahibi haline geliyor. Acaba düşünüyorum bu silahlar katil olsalar da mı legalleşiyor? Yani katil silah diye bir tabir vardır, bunu sayın emniyet mensupları daha iyi bilirler. Yani katil silah ucuzdur, piyasada elden ele dolaştığı için de fiyatı da çok ucuzdur. O silah sürekli birilerini öldürür, çünkü zaten onun için üretilmiştir, birilerini öldürmek için üretilmiştir. Bu eğer devletin gücü içinde olursa o zaman bir güvencedir silah. Ama bakıyoruz ki devletin elindeki silahlar hep bellerinde. Peki, bellerinde olmayan insanlar nerede? Ya gece klüplerinde ya dizilerdeki mafyalarda ya da çete adını verdiğimiz son yıllarda popüler kültürümüze de yerleşen birtakım insanların elinde.
Bir başka soru da şu: “Silahlar artıyor, cezalara endeksli hiçbir şekilde algılanmıyor”deniyor. Acaba bu boşlukları yaratan kimler? Bizler mi yoksa yasa koyucular mı? Yasa koyucu dediğimiz işte yasayı oluşturan milletvekilleri mi, meclis mi ya da onun kurumları mı?
Yasaların uygulanmasındaki zafiyetlerden söz edildi. Adalet mekanizmasının acaba bu konuda bir zafiyeti mi var? Niçin silaha karşı yasaları uygularken eli titriyor ya da biraz hoşgörüyle bakıyor? Oysa ki biz yasayı herkese aynı şekilde uygulamak zorundayız. 7’den 77’ye, yetkilisinden yetkisizine herkese aynı şekilde yasayı uygulamak zorundayız. Mutlaka zayıflatıcı nedenler vardır. Bunlar hakimin taktir yetkisi altında olsa da biz yasayı gelecek nesillere örnek olması adıyla ya da hareketiyle uygulamak zorundayız.
Devlet büyüklerimizin hediye silah getirmesi konusunda benim hafızamda kalan birtakım bilgiler var. Öyle 1 tane - 2 tane filan değil, yurt dışına çıkan her devlet büyüğü mutlaka yanında ‘şan-şöhret olsun, birilerine hediye edilsin’ diye silah getiriyor. Geçenlerde bir istatistik okumuştum. İsim zikretmeyeceğim ama devlet büyüklerimizin, büyük büyük devlet büyüklerimizin yaklaşık her birinin siyasi hayatı boyunca 10 - 15 tane silah getirdiğini, birilerine hediye ettiğini. Bilmiyorum o silahlar şu anda katil silah konumunda mı değil mi! Ama onu da araştırmadık, belki araştırmamıza imkan yaratılmadı. Yaratılsaydı o silahların da can aldığını ya da en azından insanları yaraladığını, zarar verdiğini görebilirdik.
Ben yine tekrar çocuklara döneceğim. Çocuklar ekrandan son derece kolay etkilenen insanlar. Onlar yarının büyükleri. Biz onlara sürekli birtakım yasaklarla birşeyleri öğretmeye çabalıyoruz. Ama reyting denilen bir şey var. Hani insanları sınıflara bölen, a - b - c - d kategori diye sınıflara bölen AGB Anadolu diye bir şirket var, reyting kurumu. Türkiye’deki reklam pastasının televizyonlara dağılımında en etken kuruluş. Doğaldır ki her televizyon bir ticarethane olduğuna göre, her ticarethane de kendi hayatını devam ettirmek için birtakım endekslere göre hareket etmesi gerektiğine göre reytingleri de baz alıyorlar. Oysa ki bizim kültürümüzü dinamitliyorlar, farkında değiller.
Şimdi hemen bir örnek vereyim. Geçen haftanın program reyting sıralamasında Memoli adıyla anılan dizinin - Memoli değil tabii, ismini hatırlayamadım şu anda -
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Yılan Hikayesi. Bakın herkes biliyor, çok güzel. Yılan Hikayesi % 20 reyting, şehir olarak ta % 50 izlenme oranına sahip. Bu ne nedir biliyor musunuz? Aslında bir çocuk filmi o. Yani erişkinlerin izleyebileceği türden, son derece içinde kültürel birtakım mesajları taşıyan ya da insanları birtakım duygulara doğru yönlendiren bir dizi değil. Şahsen ben seyretmiyorum ama eşim seyrediyor. - bundan da hicap duyuyorum ve sürekli de kendisine söylüyorum - Ben bu dizinin izlenme oranına baktığım zaman bu ne demektir biliyor musunuz? O saatte bütün televizyon izleyicilerinin % 50’si, yani yarısı o diziyi izlemiş.
O dizide ne var? Baktığınız zaman bir polis var, objelendirilmiş bir polis var. Polisin elinde silah var. İtirazımız yok, çünkü polis bizim hayatımızın içindeki gerçeklerden bir tanesi ve iyi bir karakter. Peki o dizide mafya var, o mafyanın elinde ne var? Silah var ve silahla oyun oynuyor. Yani silahla aşk yaşayan mafya tipleri var. Silahı seviyor, okşuyor, alnına dayıyor ve o hareketleri uygulayan çocuklar var.
Aslına bakarsanız sadece diziye bakmak değil, dizinin dışında sokaklardaki çocuklara da bakmak lazım. O çocukların o dizilerden edindiği alışkanlıklara, babalarının annelerinin ellerinden tutup zorla oyuncakçılara götürüp silah edinmelerine ki onlar da bence birer silah. Yani içinde belki gerçek kurşunlar, mermiler, birşeyler yok ama o silahlar birgün gerçeğe dönüşebilir, son derece kolaydır bu. Türkiye’de işte o adını verdiğimiz katil silahlar ucuz bir şekilde dolaşırken...
Bu konuda sakın emniyet mensupları alınmasınlar, çünkü her ülkede var bu. Onlar mücadele ediyorlar, onların mücadelelerini alkışlarız, taktirle karşılarız ama legalite olduğu kadar illegalite de Türkiye’de mevcut maalesef.
Medya olarak üzerimize düşen görev, sorumlu ve gerçekten gelecek nesillere iyi nesiller yetiştirmek adına doğru hareketler yapan, doğru düşünceleri aşılayan, algılayan ve yansıtan bir medya olmamız gerekiyor. Bu yazılı basında da, görsel basında da böyle olmak zorunda.
Son cümlelerimde biliyorum, sapıttığımın farkındayım ama konudan konuya biraz... Saati gösterince...
Efendim, daha sonra devam edeceğim. Ben şu anda toparlıyorum kafamı.
OTURUM BAŞKANI AV. GÜL ERMAN
Sayın Savaş Kalafat Beye çok teşekkür ediyoruz.
Bu arada Süha Umar Beye geçiriyorum. Kendileri Avrupa Silahsızlanma Konseyi Üyesidir.
AHMET SÜHA UMAR
Eski Amman Büyükelçisi
Tabii orada küçük bir düzeltme yapmak gerekecek. Ben 33 yıl dışişleri bakanlığında görev yaptım. Bu görevimin büyük bir bölümü uluslararası kuruluşlardan çok daha fazla diplomaside geçti ve yine görevimin hemen hemen tümüne yakın bölümü stratejik ve askeri konularla uğraşmakla geçti. Nato, silahsızlanma. Aslında orada söylenmek istenen galiba benim Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşmasına, onun müzakeresine katılmamdan kaynaklanan bir titr. Öyle üstüme yapıştı, kaldı. Bir şikayetim yok, çünkü devletleri silahsızlandırdım diyebilirim. Tek başıma değil tabii, başkalarıyla beraber.
Türkiye’deki silahlanma konusundaki başarımız ise o kadar büyük değil, hatta tam bir başarısızlık olarak söylenebilir.
Ben kısaca çok işin felsefesine ve tarihine gitmeden ‘Türkiye bugün nerededir, niye buradadır?’ bunu anlatmaya çalışacağım. ‘At-avrat-pusat veyahut silah’ Bunu 1997’de bir bakan birlikte katıldığımız televizyon programında da söylemişti. Ondan sonra o bakanı basın çok perişan etti, biz de yardımcı olduk, bir daha da seçilmedi. İnşallah seçilmeyecek bir daha. Bu tür mücadelelerin bence örnek olaylarından bir tanesi olmalıdır bu bakanın başına gelenler.
Türkiye’de silahlarla ilgili ilk yanlış 1534 yılında yapılmıştır. Bu biraz evvel sizin sözünü ettiğiniz ‘af olgusu’dur. Diğer yönüne değinmeyeceğim, çünkü bu günlerde çok güncel ve çok karmaşık bir konu. Ama silahların affedilmesi Türkiye’nin bireysel silahlanma konusunda bugün geldiği yerin başlıca unsurlarından bir tanesidir.
Şimdi aynı af önümüzdedir. Sizin biraz evvel yollama yaptığınız çok uzun isimli - o avda, sporda filan dediğiniz - 2521 sayılı yasanın değişikliği söz konusudur. Bu değişiklik 1996 yılından beri parlamentoya sunulmaya çalışılmaktadır. Çeşitli engellemelerle karşılaşılıyor. Bu değişiklikler gerçekleşse dahi burada çok vahim bir madde vardır. Yasa dışı edinilmiş olan, bu yasanın kapsamına giren yivsiz tüfekler, yarı otomatik pompalı tüfekler - bunlar başımızın belasıdır - affedilmesini öngörmektedir bu değişiklik. Bu gerçekten kabulü mümkün olmayan ve herkesin bu maddenin kabul edilmemesi için elinden gelen ve gelmeyen herşeyi yapması gereken bir girişimdir. Ne yazık ki bu girişimin arkasında, - biraz evvel savaş bey söyledi, konuşmalarımızdan kimsenin alınmasına gerek yok - bu girişimin arkasında inanılmaz bir dirençle silahlardan ve silahlanmadan en fazla rahatsız olması gereken ve bundan en büyük zararı gören - çünkü başta kendileri ölüyorlar - içişleri bakanlığı ve emniyet genel müdürlüğü vardır.
Biz bunu bir türlü anlatamıyoruz. Hemen hemen tümü de bu insanların benim arkadaşım, şu anda asayiş daire başkanı olan kişi de arkadaşım. Bundan vazgeçiremiyoruz.
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Evet. Af konusunu destekliyorlar.
Peki, bunu niye yapıyorlar? Şimdi bugün niye buradayız? Neredeyiz ve niye buradayız? Onu anlatmaya çalıştığım için bunları söylüyorum. Çok kısa geçiyorum, çünkü uzun uzun anlatacak zamanımız yok.
Türkiye bugün vahim bir noktadadır, Bireysel silahlanma konusunda çok vahim bir noktadadır. Bakın, 500 bin adet yasal olarak imal edilmiş ve satılmış yivsiz tüfek vardır yarı otomatik ve pompalı. Bu doğru bir rakam değildir, esas rakam 1.5 milyon civarındadır. Bu yüzden de bazı silah fabrikaları son günlerde kapatılmıştır, tahkikatlar açılmıştır. Çünkü tek bir seri numarasıyla yüzlerce silah imal edilip köylerde harmana vade, - hatta dostum Metin Sertoğlu’nun dediğine bakılırsa - teneşire vade satılmaktadır. Bunlar da yakalanmıştır. Üstelik sizin söylediğiniz gibi - bakın, şuradaki şu kitap tümü de değildir - silahlarla ilgili yasalar ve mevzuattır. Bunlara rağmen bu işler yapılmıştır, yapılmaya da devam edilmektedir.
Peki, neden bu oluyor? Bu kadar göz göre göre bu silahlar nasıl satılıyor, nasıl alınıyor?
Bir silahın satılması ve alınması hiçbir ülkede Türkiye’deki kadar katı kurallara tabi değildir. Yani Türkiye’de bir tüfeği satın almanın - isterseniz av tüfeği satın alın, isterseniz bir tabanca satın alın - akıl almaz bir bürokrasisi vardır. Hiçbir ülkede böyle bir şey yoktur.
Peki, bu kadar usulsüzlük nasıl yapılıyor? Sizin söylediğinize döneceğim, çünkü yasalar uygulanmıyor.
Peki, yasalar niye uygulanmıyor? Yasaların uygulanmamasının çok nedenleri var.
Ama bizim gördüğümüz kadarıyla çok vahim bir nedeni var. Bu bir para konusudur. Bir tabanca ruhsatı bugün Polis Teşkilatını Güçlendirme Vakfına 1 milyon lirayla 150 milyon lira arasında değişen bir getiri sağlamaktadır ve bu getiri yasal da değildir üstelik. Yasalarda böyle bir paranın alınmasına izin veren hiçbir hüküm yoktur. Bu bir yönetmelikle düzenlenmiştir. Bu yönetmelik yasalara aykırıdır, çünkü böyle bir yasa yoktur. Yasası olmayan yönetmelik olmaz.
Peki. Bilmiyorum benim hesabım çok zayıftır, ben bir türlü bu para işinin içinden çıkamam. 150 milyon lira...
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Hayır, hayır. 150 milyon lira bir ruhsattan aldığınızı, tabanca ruhsatından alıyorsunuz. 1.000 kişi tabanca ruhsatı alsa kaç para eder, bilmiyorum. 300.000 kişinine aldığını düşünün. Benim bildiğim kadarıyla - tabii emniyetten gelen beyefendiler bunu daha iyi bileceklerdir tam olarak kaç kişiye tabanca satılmıştır, ruhsat verilmiştir - benim kötü hesabımla varabildiğim rakam trilyonlarca liradır.
Şimdi işte af niye getirilmek isteniyor? Gerekçesi “efendim, mevcut silahların kimlerde olduğunu bilelim, böylece bunları denetim altına alalım.” Peki, bu mevcut silahlar zaten satılırken kimlerde olduğunun bilinmesi için yeterli bütün kanunlar oradaydı. O zaman niye bilemedik? Şimdi buna getirdiğiniz affın bir tek nedeni vardır, bu kart parası denen paranın alınmasına imkan sağlamak.
Şu getirdiğim dosya yıllar içerisinde hazırlanmış ve 1997’de nihayet Milli Güvenlik Kurulunun 18 maddesinden birisi haline gelmiş çalışmanın alt yapısıdır.
Bizim yaklaşımımız ve herhalde herkesin de yaklaşımı bu olmalıdır. Bizim bildiğimiz yapılması gereken eğer bir af getirilecekse silaha af getirilmez. Şu veya bu nedenle kandırılmıştır, - tabii yasayı bilmemek bir mazeret değildir ama -iyi insanı affetmek isteyebilirsiniz. “Silahını getir ver, senin hakkında takibat yapmayacağım” dersiniz. “Silahını getir ver, o silahı ruhsata bağlayacağım” dediğiniz anda o yasadan sonra ilk günden itibaren yüzbinlerce yeni silahın usulsüz olarak insanlar tarafından edinilmesini teşvik ediyorsunuz demektir.
Nitekim 1534 Celali İsyanlarından sonra her defasında Türkiye’de tüfekler toplanmış, silahlar toplanmış, bir sonraki tüfek ve silah toplanmasında bir öncekine oranla 2 veya 3 misli daha fazla silah toplanmıştır. Demek ki aslında siz silahlanmayı önlemiyorsunuz, silahlanmayı teşvik ediyorsunuz.
Peki. Türkiye - yine soruyorum - hangi konumdadır? Yine vahim bir konumdadır Türkiye. Bakın, bizim hesaplarımıza göre - bunun maalesef sağlıklı hiçbir istatistiği yoktur - 750.000 adet av teskeresi, 1.250.000 yivsiz tüfek sahiplik belgesi, yaklaşık 300.000 - 400.000 kadar da - yanlış söylüyorsam rakamları düzeltmeye hazırım - tabanca belgesi vardır sahiplik, taşıma filan.
Bu ne demek oluyor? Bir de benim söylediğim bu işte yasa dışı, şu anda kayda kuyda girmemiş silahları sayarsanız bu şu demek oluyor: Etrafınızda gördüğünüz her neredeyse 3 veya 5 kişiden bir tanesinin ya cebinde, ya belinde veya arabasının bagajında veya koltuğunun yanında bir silah var demektir. Hiç kimse kusura bakmasın.
- Ben şu belgeye sahip bir insanım, bu bir tabanca taşıma ruhsatı Arkadaşlarım alay ediyorlar ‘cebel topu kadar bir tabanca’ diye. 357 Magnum koca namlulu bir silah. Taşımıyorum. Devlet bana bunu en yakın 4 arkadaşım da öldürüldüğü için verdi. Taşımıyorum -
Ama bu tür belgesi olan ve olmayan binlerce, yüzbinlerce adamla hergün karşı karşıyayım ve bu insanların ne yazık ki büyük bir bölümünün eğitim düzeyi, bilinç düzeyi bu silahlarla her an herşeyi yapabilecek durumdadır. Kamyon şöförleri, sürü sahipleri, kuyumcular - hiç kimseyi aşağılamıyorum - ama silah...
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Arıcılar, evet. Yani aklınıza gelebilecek...
Geçen gün Aydın Emniyet Müdürlüğünde çok yüksek düzeyde bir arkadaşım ‘aklınıza gelebilecek silah almaması, taşımaması, bulundurmaması gereken herkesin silah taşıma, bulundurma ve oradan oraya götürüp getirme hakkı var.’ Gidin bakalım. Bir doktor, dişçi, mühendis, avukat. Şimdi galiba avukatların var ruhsatları. Bunların gidin aklı başında bir adama tüfek - tabanca ruhsatı almaya kalkın bakalım ne olacak? Mümkün değil almanız. O zaman burada da bir yanlış var demektir.
Yine bugün ne durumdayız? Vahim bir durumdayız. Niye vahim durumdayız? Çünkü yasalarımıza dayanılarak çıkartılan yönetmeliklerin tümü “daha fazla kime daha fazla silah verebiliriz” düşüncesiyle çıkarılmıştır ve çıkarılmaya da devam edilmektedir maalesef. Şimdi burada da yine bu yönetmelikleri hazırlayan arkadaşlarımızı suçlamanın bir anlamı yok, onlar da herhalde kendi keyiflerinden çıkarmıyorlar bunları. Onlara da birtakım insanlar birtakım talimatlar veriyorlar.
Karşı koyabilirler mi? Koymaları gerekir, olmayacağını söylemeleri gerekir, bunun mücadelesini vermeleri gerekir.
Ama bunun ne yapılması gerektiğini söylerken belki biraz daha açmakta yarar var. Ben sadece şunu söyleyeyim: 1993 yılında gördüğümüz vahametin artık üstesinden kendi vicdanımızda bile gelemediğimiz için bir mücadele başlattık. Çünkü arazide bir sürü insan görüyorduk silahlı ve bunlar avcı bile değil. Oradan şüphelendik. Dedik ki “Bu işin içinde bir iş var.” Bu insanlar toplumun çok belirgin bir kesiminden olduklarını gösteren davranış biçimleri, konuşmaları, kisveleri, her hareketleriyle gözümüze çarpan insanlardı ve bunlarda bu yarı otomatik ve pompalı av tüfeği dediğimiz - değil tabii, onlara daha ileride geleceğim - silahlar vardı. Bunun üzerine biz harekete geçtik, anlatmaya başladık İçişleri Bakanlığına, Millet Meclisine filan ve bunlar koca bir dosya oluşturdu. Yazılar yazdık. Benim sadece şurada getirdiğim çeşitli gazetelerde köşe yazarlığı yaptığım sırada yazdığım en az 15 yazı var. Bekir Coşkun’dan Metin Sertoğlu’na kadar herkes yazdı. Basın çeşitli zamanlarda bu işi ele aldı.
Fakat biz hala 1997 yılından bu yana 2521 sayılı yasadaki değişikliği geçiremiyoruz, bir de üstelik silahları affetmeye çalışıyoruz. Her yeni yönetmelik değişikliğiyle daha çok kişiye silah vermeye çalışıyoruz. Makine Kimya Endüstrisi Kurumu memurlara taksitle silah satmaya çalışıyor. Bu memurun silaha ne ihtiyacı var allahaşkınıza. Bırakınız. Sürü sahibinin de ihtiyacı yok. 10 metreden yaban öküzünü vuramayacak bir adam tabanca taşısa ne olacak, taşımasa ne olacak? Sürüsünü neden kurtaracak, kimden koruyacak? Bunlar hep düşünülmeden yapılmış şeyler.
Tabii - buradan dediğim gibi - büyük bir para kaynağı bu. Bu büyük para kaynağını kesmediğiniz sürece bu işe karşı çıkması gereken insanların bunu yapmalarını engelleyemezsiniz. Bunu yapacaklardır.
Ben vaktimi geçmeyeyim. Daha sonra isterseniz konuşuruz.
Çok teşekkür ederim.
OTURUM BAŞKANI AV. GÜL ERMAN
Çok teşekkür ediyoruz.
Şimdi de Sayın Gazeteci Ferai Tunç Hanımefendiye...
FERAİ TUNÇ
Hürriyet GazetesiTeşekkür ediyorum.
Bu duyduklarımdan sonra benim buradan çıkmam zor olacak, bu karanlıkta gidemeyeceğim gibi bir his içindeyim.
Ben silah konusunda fazla düşünmedim doğrusunu isterseniz, kişisel silahlar konusunda. İyi - kötü silah olmaz deyip, silahı toptan reddedip silahı yaratan ortamı, şiddet ortamı ve medya konusuna eğilmek istiyorum bir parçacık.
Şimdi - daha önce de duyduk, burada da duyduk - son zamanlarda medyayı bütün kabahatlerin anası olarak gösterme eğilimi o kadar ağırlık kazandı ki, bunun kişisel sorumluluktan kaçmanın bir yolu haline gelip gelmediğini düşünmeye başladım doğrusu.
Tabii ki medyanın şiddetin kabul edilmesinde, şiddete alışılmasında ve beslenmesinde rolü olduğunu kabul ediyorum. Özellikle de son 10 yıl içinde sadece Türkiye’de değil ama dünyada delice hız kazanan tiraj yarışları ve bir geçiş döneminde olan yazılı ve görsel basında yaşanan bu vahşi rekabet süreçleri şiddet eğrisine ivme kattı. Bir cinayetin otopsisini çıkarırcasına gözler önüne serilen fotograf ya da ekran kareleri özellikle çocukları şiddete alıştırdı. Bu 20 Nisan’da Amerika’da biliyorsunuz 99’da Colombian High-school’da ellerine babalarının silahlarını geçirip 12 arkadaşlarını ve hocalarını öldüren öğrencilerin örneği artık en uç kanıtıydı şiddete alışmanın. Bu olaydan sonra yapılan çeşitli tartışmalarda şu ortaya çıktı: Yani - demin Gül Hanımın da söylediği gibi - silahın yasaklanması sorun değil, önemli olan o sistemin ortadan kalkması, öldürme dürtüsünün legalleşmesinin önüne geçilmesi.
Bunu düşünürken yıllar önce bir Amerikan filmi vardı. Bu action sinemanın ilk örneklerinden ‘Katil Doğanlar.’ Gitmişsinizdir herhalde. İlk girdiğimde filme müthiş bir mide bulantısı geldi. Tuhaflaştım yani, bünyesel tepkiler vermeye başladım. Dışarı çıktım. Sonra girdim ve filmi sonuna kadar izledim ve beğenerek çıktım filmden işin kötüsü. Ben o şiddete alışmıştım orada, o şiddet beni kaptı ve adrenalimi yükseltti.
Bu nedenle ben bunun üzerinde özellikle durmak istiyorum. Şiddet genetik, mikrobik yahut kendinden...
... bu şiddeti sattığından. Yani şiddetin alıcısı var. Şiddetin alıcısı diğer programların alıcılarından - arkadaşımızın dediği gibi - çok daha fazla. Bizim şiddetten medet ummamamız gerekiyor ama ticari kuruluşlar olarak maalesef satış belirliyor herşeyi, piyasa belirliyor.
O yüzden önemli olan şiddetin kökünün kazınmasında medya ne yapabilir ve şiddeti doğuran sorunların üzerine nasıl gideriz?
Biraz daha geniş baktığım zaman - ben dış politika yazdığım için olaylara birazcık dünya ve dış politika açısından bakıyorum - soğuk savaş dengesinin sağlandığı ortam 1980’ler sonrası değişince etnik ve milli gerekçelere dayalı çatışmalar patlak verdi. Çatışma ve savaşlar eskisine göre hayatımızın içine girmeye başladı.
Körfez savaşı bir dönüm noktasıydı. Hepimiz Körfez savaşını CNN’den sıcak evimizde, odalarımızda, koltuklarımızda izledik ve müptelası olduk. Ne oluyor, ne bitiyor’dan çok o görüntüler hoşumuza gitmeye başladı. Bombaları izledik. Alıştık buna, fazla rahatsız da olmadık. O noktadan itibaren şiddet sanallaştı.
Bosna ve Kosova’daki dehşeti hepimiz gene televizyonlarımızdan izledik.
Çeçenistan manzaraları. Birazcık belki ürperdik ama onları da izledik.
Yurdumuzda 15 yıl yaşanan iç savaşın öyküleri, hikayeleri, görüntüleri. Bunları da izledik.
Hepsini izleyince herşey sanallaştı gözümüzde. Çünkü alıştık.
Geçen yıl Makedonya’daydım. Kosova sınırına çok yakın bir evde gece yatarken Nato uçaklarının bombardımanlarını duyuyordum, kulağımın dibinde patlıyordu. O zaman biraz ürktüm, yani televizyonda izlediğim Kosova manzaralarıyla yaşadıklarım farklıydı. Ama sonunda ikisine de alışılıyordu.
Şimdi medyanın sorumluluğu diyoruz. Televizyonler ve gazeteler bu olayları yazmasınlar mı? Yani gazeteler yazacak, televizyonlar da gösterecek. Kamuoyuna bunları aktarmak şiddeti aktarmak oluyor.
Gazetelerin ve televizyonların sorumluluğu. Filistin7de olaylar var biliyorsunuz. Ayaklanmanın sembolü haline gelen bir resim var. Bu da gene televizyonlar sayesinde kamuoyuna yansıdı ve Filistin halkına desteği arttırdı dünyada. Bir baba-oğulun İsrail ateşi altında çocuğun ölümünü gösteriyordu.
Bu da mı televizyonlarda yer almamalıydı? Almalıydı tabii. Çünkü gazetecinin sorumluluğu, kameranın sorumluluğu hayatı canlı, en çarpıcı biçimde aslında yansıtmak.
İşte burada da dilemma başlıyor. Yani şiddete karşı nasıl mücadele edeceğiz? Çünkü hayatta o kadar çok şiddet var ki. Yani şiddet dediğimiz sadece silahı, ölüme varan şiddeti de kastetmiyorum. Mesela şu anda vahşi globalizmin yarattığı bütün koşullar, siyasetin ve sendikaların önemsizleştiği, bu interaktif haberleşmenin sivil toplum örgütlerinin yerine almaya başladığı bir dünyada ‘güçlü olan ayakta kalır’ inancının yerleşmesi ve kabul görmesi.
Mesela banka batıranların, yolsuzluk yapanların, çetelerin affı. Şu anda şiddet midir değil midir? Topluma yönelik bir şiddettir bence. Ben bunu kendime yönelmiş bir şiddet olarak algılıyorum. İlla bir küçük tabancanın kafama dayanması yetmiyor, umutlarımı öldüren, beni çok rahatsız eden bir ortam yaratılıyor.
Adalet duygusunu yok eden her girişim bence şiddet etkisi yapıyor. Örneğin bu Batman’da kadın ve genç kız intiharları. Onlar da kendine yönelik şiddet.
Şimdi şiddete karşı olmayı sadece silahlara karşı olmakla sınırlamayalım diyorum ben. Daha derinden şiddete karşı mücadele edelim. Tabii ki bu silahlara karşı mücadeleyi bırakmak demek değil, onu daha da zenginleştirmek, onun arkasındakini de - Gül Hanımın dediği gibi - görmek demek.
Ben burada keseyim. Çözüm bölümünde de medyaya düşen görevler konusunda çözüm getireceğim. Mersi.
OTURUM BAŞKANI AV. GÜL ERMAN
Sözü Nazire Dedeman Hanımefendiye...
NAZİRE DEDEMAN.
Umut Vakfı Kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı.
Hepinize merhaba efendim.
Benden öncelikle Umut Vakfının tanıtılması istendi, önce o konulara değinmek istiyorum.
Umut Onurlu Önderler Vakfı 1993 yılında oğlum Umut’un - hepinizin bildiği gibi - öldürülmesi olayından sonra kuruldu. Kaybettiğimiz evlatlarımızın anısını yaşatmak isterken acımızı ve edindiklerimizi topluma yararlı bir hale getirmeye çalıştık.
Umut Vakfının amacı, geleceğin teminatı olan gençlerimize Atatürk’ün izinde önderlik yapacak kişilik ve beceriler kazandırmak. Onları ülkemizin gelişmesine yardımcı ve insanlara yararlı bireyler olarak yetiştirmek. Kişilere hukukun üstünlüğünü benimsetip uygulamasında katkıda bulunmalarını sağlamak. Önderimiz Atatürk’ün ‘yurtta sulh cihanda sulh’ anlayışından da yola çıkarak uyuşmazlıkların çözülmesinde barışçıl yolları seçmeği yeğletmek. Bu bağlamda da uzlaşma ve barışı sürdürme, geliştirme becerilerini bireylere öğretip benimsetmek.
Umut Vakfı logosu Martılar’dır. Bilindiği gibi barışın simgesi ‘güvercin.’ Barış fikrinin bu kadar başat olduğu vakfımızın amacında da sadece barışı sağlamak değil, artık barışa kavuşmak ve barışı sürdürmek. Onun devamlılığını kılmak için biz ‘Martılar’ı seçtik. Çabamız bu beklentileri ‘uçan martılar’la tüm gençliğe yaymak, benimsetmek, gençlerin dünyamızın ve ülkemizin umudu olması.
Umut Vakfı barışa, uzlaşmaya katkıda bulunmuş, bunun yanısıra barışçıl uzlaşma yöntemlerinin yalnızca Türkiye’de değil, Ortadoğu’da ve Avrupa’da da tanıtılmasını ve öğretilip benimsetilmesini sağlamıştır. Bu etkinliklerden birkaç tanesini sizlere saymak istiyorum.
- Barış Uzlaşma Bilimi ve Sanatı Avrupa Konferansı etkinlikleri Türkiye, İspanya ve Bulgaristan’da yapılmıştır.
- Balkanlar’da Ulusal, Bölgesel ve Uluslararası Yeniden Uyum Eğilimleri Konferansları.
- Hukukla ilintili Eğitim. Balkan Projeleri.
- Bugünün Okulunda İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Demokrasi Konulu Uluslararası Konferansı.
- Yine Yurttaşlık Eğitimiyle ilgili 2 sefer Bulgaristan’da yapılan.
- Hukukla ilintili yine 1. Balkan Konferansı.
- Sivil Toplum Kuruluşları Bölgesel Konferansları.
- Türk-Yunan Öğrenci Seminerleri.
- Ortadoğu Medya Konferansı gibi.Hepsini sayıp vaktinizi almak istemiyorum. Bunun gibi birçok etkinlikler yapmıştır.
Bu toplantılardaki amaçlarımız müzakerenin psikolojik boyutunu ortaya koymak, mahkemelerin yükünü hafifletmede uzlaşma merkezlerinin önemi, demokrasi ve uzlaşma, kültürlerarası ilişkilerde de önyargının eritilmesi ve uzlaşma süreci gibi konular işlendi.
Hukukla ilintili projelerde de hukukun üstünlüğünü ve uyuşmazlıkların şiddet içermeyen yöntemlerle giderilmesini içeriyordu. Asıl konumuz çünkü şiddet oluyor.
Türkiye’de yapılan yurttaşlık bilinci eğitilmesi, sorumlu yurttaş olma bilincini kazandırmayı amaçladı.
Umut Vakfının kurulma nedeni - yine başında bahsettiğim gibi - oğlum Umut’un silahla öldürülme olayıydı.
Bu ülkede hergün onlarca kişi ölüyor Umut gibi ve hayatlarını silahla, şiddetle kaybediyorlar. Silah kullanma bir şiddet aracı ve şiddetin de öldürücü en uç noktası. Silah kullanma ve bulundurma şiddet eğilimini gösteriyor. Şiddet tanrı vergisi değil, şiddet öğreniliyor, dolayısıyla koşullar uygun olduğunda da maalesef ortaya çıkıyor. Şiddet gibi silah kullanmak ta öğrenilmiş bir davranış.
Bu nedenle Umut Vakfı her düzeyde ve biçimdeki kaba kuvvete, şiddete karşı çıkıyor ve sorunları çözmede barışçıl yöntemlerin yeğlenmesine katkıda bulunmak istiyor.
Şiddet ve kaba kuvvete karşı çıktığımız zaman yapımızı değiştirmemiz gerekiyor. Bu da sorunları çözmede barışçıl ruhları elde etmemizle olacak.
Umut Vakfı bu etkinliklerinin yanısıra ‘bireysel silahsızlanmaya hayır’ başlıklı 93 - 94 yılından bu yana çalışmalar düzenlemiştir. Bu yıl bireylerin hızla gelişen bireysel silah bulundurma gereksinim nedenlerinin araştırılmasını teşvik amaçlı yapmıştır bu girişimlerini, böylece de kaba kuvvetin ve şiddetin gelişmesini önlemek amacını gütmüştür. Hukuk devletinin varlığını güçlendirmeyi amaçlamaktadır.
Yurdumuzda denetimsiz silahlanmanın ürkütücü boyutlara ulaştığı hepimizin malumu. Eğlence, kutlama gibi olayların yanısıra bir de özellikle kullanılan, öldürme amaçlı kullanılan silahlar. Bu yüzden de birçok insanının hayatını kaybettiği malum ve genelde de dikkat ettiğiniz zaman hayatını kaybedenler hep masum insanlar. Artık bu haberleri duymaktan, okumaktan o kadar rehavete geldik ki kanıksadık. Bir yerde kanıksadık belki bunları duymaktan, okumaktan ve bu da tabii bizi, hepimizi rehavete sokuyor. Dolayısıyla devleti de rehavete soktu, yasayı da rehavete soktu ve bu konuda - Gül Hanımın da dediği gibi - hiçbir yasal işlem, hiçbir girişim maasef yapılmamakta.
Bunun için de sivil toplum insanlarına, bizlere çok görev düşüyor. Bizlerin baskıcı tavırları, bizlerin kamuoyunu yönlendirmemiz, kamuoyunda bu sesin daha çok duyulması zannediyorum bu konuda yasa koyucuları da biraz daha harekete geçirecektir.
Umut Vakfı ‘silahın şakası yok, sporseverlere çağrısı’ndan Sonra Futbol Federasyonu ve spor kulüpleri, hatta hakemler, Spor Yazarları Derneğiyle birçok etkinlikler yaptı. Bunun yanısıra medya da, görüntülü medya da çok destek verdi ve bütün maçların altından ‘silahın şakası yok’ bantlarımız geçmeye başladı. Bu bayağı bir ses getirdi, biz bunu kendi incelemelerimizden gördük. Bir dönem için bu daha insanlarda konuşma haline geldi maçlardan sonra silah atmama.
Yasalarda da bir düzelme oldu. Bunu da şöyle size söyleyebilirim: Yargıtay 8. Ceza Dairesinin Şubat 96’da oy birliğiyle aldığı bir kararla “bu suçu işleyenlerin 2 ila 5 yıl arasında hapis cezasıyla yargılanmalarını öngördü’ ki, ben kendilerine teşekküre gittim Ankara’ya, Yargıtay 8. Daireye. Kendileri dediler ki “Bu yasa zaten vardı, bu hüküm vardı. Ama biz hiç uygulamaya koymuyorduk. Ama basında çıkan bu çalışmalardan dolayı biz de en azından bunu uygulamaya koymaya kalktık” dediler.
Tabii çok güzel ama sonunda gene uygulanmaz hale geldi. Çünkü silah atanlar gene yakalanmıyordu. Bunu kimler yakalayacaktı? Karakollarda polisler takip edecekti veyahut komşular birbirine haber verecekti, karakolu haberdar edeceklerdi. Ama benim birçok karakollarla da görüşmelerim oldu. Çünkü maçtan sonra biliyorsunuz sesler hiç durmuyor maalesef, halen de devam etmekte. “Hangi birini toparlayalım diyorlar. Hangi birini yakalayalım? İşte ses duyduğumuz an bazen gittiğimiz ev oluyor. İşte o anda zaten silah atılmış, içeri girmiş oluyorlar pencelerinden veya sokaktan.” Tabii bahane bulmak çok veyahut ta bu şekilde geçiştirmek. Ama görevleri bunu yapmak tabii.
Tabii devlet te silah alımlarını bu kadar çok rehavete soktuğu için, yani silahı meşrulaştırdığı için şiddeti de meşrulaştırmış oluyor maalesef.
Biz bu etkinliklerimizin yanısıra ‘Bireysel Silahlanmaya Hayır’ ödüllü yarışmalar düzenledik.
- 94’te Türkiye’de ‘Bireysel Silahlanmanın Nedenlerini Araştırma ve İnceleme’ olarak aldık ele.
- 95’te ‘Gençlerde Şiddet Ve Silah Kompozisyon Yarışması’ düzenledik lise öğrencileri arasında tüm Türkiye’de ve orada gençler nasıl görüyorlar bu konuları şiddet ve silahı. O konuları inceleme yaptık.
- 97’de ‘Bireysel Silahlanmanın, Silahın Şakası Yok’ bir karikatür yarışmasıyla, sanatsal boyutuyla da bu işi irdelemeye getirmek istedik.
- 98’de ‘Medyanın Rolü Arama Konferansı’ yaptık. Orada medyanın - büyük bir katılımdı - özellikle köşe yazarlarının çok güzel ortaya koydukları bundan sonra yapılması gereken konular vardı ki, ben onlara ikinci şeyde değinmeye çalışacağım.
- 99’da ‘Toplumumuzda Bireysel Silahlanmanın Nedenleri ve Sonuçlarının Yanısıra Toplumumuzda Şiddet, Silah Ve Haber Fotograf Yarışması’ düzenledik.Bu sene 2000’de 28 Eylül’de ‘Medyanın Barışa Katkısı’ etkinliğini yaptık.
Türkiye’de adam öldürme, yaralama davaları biliyorsunuz silah alışlarıyla katlanarak artmakta, bireyler de böylelikle şiddete teşvik edilmekte. Ben bazı istatistiki bilgiler vermek istiyorum.
96 yılı Adalet İstatistiklerine göre 100 bin nüfustaki adam öldürme % 11 ve müessir fiil % 88 artış göstermiş. İntiharların % 21’inde ateşli silah kullanıldığı da görülmüş bu istatistiklerde.
- Bilmiyorum tabii Türkiye’de istatistikler Adalet Bakanlığından aldığım istatistikler ama zannediyorum sizlerde daha bu konularda derin bilgiler olabilir, istatistiki bilgiler.
92 - 96 yıllarını kapsayan 5 yıllık sürede 6136 sayılı ateşli silahlar kanununa aykırılıktan açılan kamu davasında da % 83’lük bir artış görülmüş. 100 bin nüfusa oranla bu artış ikiye katlanmış. Sanık sayısındaki artış % 74 olmuş. Ateşli silahların suçların işlenmesindeki kullanım oranı da yükselmiş. Silah, ayrıca kesici aletten 5 katı daha ölüme sebebiyet vermektedir biliyorsunuz.
Ülkemizde satılan silah ve tüfek sayısı son 8 yılda - gene bu bir resmi belgeden alınan - 1990 ila 1997’de % 358 oranında artış göstermiş. Bu süredeki toplam silah satış miktarı 260.770 olurken - ki bu bence çok düşük bir rakam bu istatistiklerin verdiği bir rakam - son 10 yıl 87 ila 96 içerisinde yalnızca polis bölgesinde ele geçirilen tabanca sayısı 95.114 diyor bu istatistik raporu.
87 yılına göre de ele geçirilen tabanca sayısındaki artış oranı 96 yılında % 612 artış göstermiş.
İçişleri Bakanlığı asayiş olayları 97 değerlendirmesine göre de 85 - 86 yıllarında Ankara Yarıaçık Cezaevinde 234 adam öldürme hükümlüsüne uygulanan anket sonucunda ateşli silah kullanım oranı % 59.
Yine ceza mahkemelerinde açılan kamu davalarında şiddet ve silah suçlarından yoğunluk gösteren liste şöyle:
Adam öldürme 87’de 4810 iken 97’de 6980’e yükselmiş. Taksirli adam öldürme13.843 iken 19.942’ye yükselmiş. Müessir fiil 73.839 iken 97.370’e yükselmiş 97’de.
Bunlara silahlı soygun, gasp, rehin alma, bir de intiharları eklersek silah kullanımının zaten korkunç boyutları maalesef önümüzde duruyor. Ürkmemek te mümkün değil.
Yine Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürünün istatistik raporunun 94 - 98 yılları arasına baktığımızda ürkütücü rakamlarla karşılaşıyoruz. Türk Ceza Kanununun 448 ve 445 hükümleriyle düzenlenen adam öldürme fiillerinden açılan dava sayısı 129.447.
6136 sayılı ateşli silahlar ve bıçaklar ile diğer aletler hakkında kanuna muhalefetten açılan dava sayısı yine 94 - 98 aralığında 132.321.
Yine Emniyet Genel Müdürlüğünün kayıtlarına baktığımızda yukarıda belirtilen suçların % 80’nin ruhsatsız silahlarla işlenmiş olduğu vehameti daha da ortaya koyuyor.
Dileğimiz - kısa keseceğim - sorunları barışçıl yollarla çözmeye ve bu isteği uyandırmamız gerekiyor. Çünkü biz silahı savunma amaçlı diye alıyoruz veyahut o düşünceyle alıyoruz ama savunarak, kendini kurtarma amaçlı kullanılan hiçbir olaya herhalde rastlanmıyordur ülkemizde maalesef. O nedenle kullanılmıyor ve hep kazalara neden oluyor veyahut ta art niyetli veyahut ta bir kavga, bir hareketin sonucunda, bir karşı tavrın sonucunda iki tarafın da hayatı gidiyor.
İşte bizler eğer kişilerde bu sorunlarını barışçıl yollarla çözme isteğini uyandırabilirsek o zaman tabii ki silaha da ihtiyaç duymayacağız. Bunun için de tabii devletimize büyük görev düşüyor. Milli eğitim programımızın içerisine herhalde asıl eğitim programlarına ve özellikle okullarda genç yaşta arabuluculuk derslerinin konması gerekiyor.
Ben burada keseyim. İkinci şeyde devam ederim.
Ben teşekkür ediyorum.
OTURUM BAŞKANI AV. GÜL ERMAN
Çok teşekkür ederiz.
Şimdi biz sivil toplum örgütü diyebileceğimiz bir kanattan sesler duyduk. En sona bırakmış olduğumuz Adil Serdar Saçan Beye takdim ediyorum mikrofonu. Herhalde onda da çok fazla ah’lar olsa gerek.
DR. ADİL SERDAR SAÇAN
İstanbul Emniyet MüdürlüğüOrganize Suçlar ve Silah
Kaçakçılık Şube Müdürü
Şimdi öncelikle ben tabii emniyet genel müdürlüğünün temsilcisi değilim. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar ve Silah Kaçakçılık Şube Müdürüyüm. Dolayısıyla emniyet genel müdürlüğünün almış olduğu kararlar veya konuşmalarımdaki hususlar emniyet genel müdürlüğünü bağlayacak konuşmalar değil. O nedenle de arkadaşlarımız polisle ilgili bir konu olduğu zaman “kusura bakmasın” diye başlıyorlar. Yok, ben hiç kusura bakmıyorum, benim için önemli bir sorun değil. Belki sizden daha fazla bu konuda sıkıntıya sahibiz.
Ben yapmış olduğumuz iş icabı silahın çeteler açısından önemini ve konumunu kısaca toparlamak istiyorum ve daha sonra Türkiye’de İstanbul açısından silah kaçakçılığının değerlendirmesi ve birkaç ruhsatlı - ruhsatsız silahlarla ilgili kişisel görüşümü anlatmak istiyorum.
Biz 1998 yılı Eylül ayı sonunda kurulduk Organize Suçlar ve Silah Kaçakçılık Şube Müdürlüğü olarak ve o dönemden bu döneme kadar 230 ayrı çete grubuna operasyon yaptık ve bu operasyonlarda anılan çetelerin tamamının da silahlı gruplar olduğunu gördük.
Türkiye’de şimdi tabii - az önce hanımefendi bahsetti - silahsız soygunlar da var. Onları bir kenara bırakırsak çetelerin tek kaynağı, tek sermayesi bence 7.65 çapında bir ruhsatsız tabancadır.
Neyi anlatmak istiyorum? Uygulamada gördüğümüz konu şu: Eğer siz bir 7.65 çapında bir tabancaya sahipseniz bir iş adamına gidip tehdit ediyorsunuz, eşinin ve çocuklarının nerede olduğunu, hangi okula gittikleri konusunda istihbarat ediniyorsunuz, kendisine can güvenlikleri olmadığını söylüyorsunuz ve para istiyorsunuz. Haraç istiyorsunuz. Vermeyince gidip ayağına iki el sıkıyorsunuz son zamanlarda gördüğünüz gibi. Yine vermediği zaman bu sefer kafasına sıkıyorsunuz, eşine gidiyorsunuz. Neticede bir 7.65’lik tabancayla çok büyük miktarlarda paralar ki, bizim vatandaşlarımızın uygulamada gördüğümüz % 90’ını da polise gelmeden bu paraları veriyorlar ve ondan sonra şimdi kamuoyunda izlediğimiz çete lideri dediğimiz kişiler güçleniyorlar ve ne yazık ki tetikçilerin cebinde de onların aldığı paraların % 1’i bulunmuyor.
O halde ruhsatlı veya ruhsatsız silahın bir kere en büyük zararı bize, bizim uğraştığımız alana. Çetelerin tek sermayesidir korku, bu korkuyu da yaratan ne yazık ki Türkiye’de silahlardır. O nedenle biz ruhsatlı ve ruhsatsız tüm silahlara karşı mücadele ediyoruz. Ruhsatlıları daha sonra anlatacağım.
Diğer yandan çetelerin birbirine karşı olan güç gösterisinde de silahın rolü çok büyük. Birisi 9 milimetre silah kullandığında bir diğeri daha uzun namlulu vahim silah kullanabilmekte, bir diğeri de kamuoyunun önünde “roketatarla saldırırım” diye tehditte bulunabilmektedir mahkemelerde.
Şimdi tabii bunlar ruhsatsız silahlar açısından konuya baktığınızda önemli. Fakat son dönemlerde çetelerde elde ettiğimiz diğer bir bulgu, çetelerde ruhsatlı silah kullanımının yaygın olması. O da şu şekilde oluyor: Silah ruhsatı almaya yetkin olan kişiler mevzuata göre - ben silah ruhsat şubesi müdürü olmadığım için arıcılık bir tek aklımda kalmış okuldan, diğerlerini pek hatırlayamıyorum - ama x kişi - bunların arasında güvenlik güçleri de olabiliyor, hukuk adamları da olabiliyor - silah alıyorlar, silahlar ruhsata da bağlanıyor sonra bu silahları çetelerin bürolarında veya arabalarında buluyorsunuz. Dolayısıyla ruhsatlı silahların amaçdışı kullanımı söz konusu.
Kamuoyunda - isim vermek istemiyorum ileride dava hakkı olmasın diye - çok yakından bilinen zenginlere musallat olan bir gruba yaptığımız operasyonda içinde 18 yaşında kızların da olduğu yaklaşık 60 kişide ruhsatlı silah ele geçirdik ve biz bunu örgütsel anlamda Türk Ceza Kanununun 313. Maddesi anlamında değerlendirmeye aldığımızda “Silahların hepsi ruhsatlı. Biz silahsız örgütüz” diyorlar. Doğaldır. Eğer o ruhsatları verirseniz onlar da ‘silahsız örgütüz’ derler.
Türkiye’de silah kaçakçılığının İstanbul açısından değerlendirmesini yaparsak İstanbul’a Güneydoğu’dan yoğun miktarda özellikle kalaşnikof tabir ettiğimiz uzun menzilli silahlar gelmekte. Bunun sebebi Güneydoğu’daki bu terör olaylarından kaynaklanan silahlanmanın sonucudur. O bölgede şimdi devletin büyük ölçüde hakimiyeti sağlamasından sonra elde kalan silahlar ne yazık ki Batı bölgelerine getirilip çetelerin kullanımına sunulmuş durumda.
Genel anlamda silah kaçakçılığı da İstanbul’u etkiliyor. Nasıl etkiliyor? Özellikle Güney sınırlarımızdan veya yine Bulgaristan Batı sınırlarımızdan Türkiye’ye ruhsatsız silah giriyor. Bunların arasında en çok Scorpio marka uzi benzeri silahlara rastlıyoruz, 7.65 milimetre çapında ve 32 mermi kapasiteli silahlar ve çok kolay saklanabiliyorlar. Bunlar da Bulgaristan üzerinden Türkiye’ye giriş yapıyor.
Bir diğer konu da terör örgütlerinin tasfiyesiyle birlikte eski örgüt mensuplarının ellerindeki silahların çetelerin kullanımına sunulmasıyla meydana gelen silah kaçakçılık olayları.
Ama bence en önemlisi devletin son dönemde Karadeniz’de birtakım kişilere silah yapma izni vermesi. İşte bu çok önemli. Burada sizin bahsettiğiniz 6136’nın 12. Maddesini uygulayamıyorsunuz, çünkü yurtdışından gelmiyor bunlar. Türkiye’de üretiliyorlar ve Türkiye’de ruhsatsız olarak üretiliyorlar. Şu son dönemde yapılan operasyonlarda alınan silahların % 90’ı Karadeniz yerli el yapısı silahlar ve ceza da yurtdışından gelmediği için çok az oluyor. O silahların üzerinde önemle durmak gerekiyor ve diğerlerinden bazen çok daha iyi taklit ediyorlar silahları.
Bu dönem içerisinde, bizim 2.5 senelik çalışmalarımız içerisinde sadece kendi şubemizin yapmış olduğu operasyonlarda 1.282 ruhsatsız tabanca, 612 ruhsatlı tabancı alınmış. Toplam 195 tüfek alınmış - o tüfek mevzusuna da şimdi geleceğim arkadaşımızın bahsettiği - ve 55 uzun namlulu vahim silah olarak tabir edilen silah, 24 adet el bombası ele geçirilmiş. Sırf çetelere yapılan operasyonlarda son 2 yıllık veriler bunlar ve İstanbul Organize Suçlar Şubesinin yapmış olduğu operasyonların verileri.
Biraz evvel arkadaşımız ‘katil silahlar’dan bahsetti, biz ona polis lisanında ‘kirli silahlar’ diyoruz. Doğrudur. Elde edilen bu 1.282 silahın % 65’i kirli silahtır, yani çeşitli olaylarda kullanılmış olan silahlardır. Ancak şu görüşe katılmıyorum: Bu silahların ucuz olduğu doğrudur, fakat bu silahların kirli olduğunu bilerek başkası almamaktadır. Çünkü o zaman üzerine silahın işlemiş olduğu cinayet veya yaralama olaylarının atılacağından korkarak bilerek almamaktadırlar.
Burada üzerinde en önemli durmamız gereken sorunlardan veya tıpçıların belki, belki doktorların, belki de sosyologların iyi araştırması gereken konusilahın Türk insanı açısından geleneksel önemidir. Gerek ruhsatlı, gerekse ruhsatsız silahlanmada, gerekse az önce - eleştiri hakkıdır - havaya ateş edilmesi olayı gibi olaylarda silahı kullanan da, o silahı kullananı yakalayan da bu toplumun insanıdır. O halde Türk toplumunun silaha verdiği geleneksel önemin çok iyi araştırılması ve bence bu araştırmalar için hiçbir fedakarlıktan kaçınılmaması ve bunun önüne, bu geleneksel yapının önüne nasıl geçileceğinin araştırılması ve sonuçlandırılması gerekir.
Emniyet Teşkilatı Disiplin Tüzüğüne baktığımız zaman polise meslekten ihraç cezası getiren hükümlerden bir tanesinin ‘meskun mahalde silah atmak’ olduğunu görürsünüz. Bu demektir ki güvenlik güçlerinin içerisinde polis meskun mahalde çok fazla silah kullanıyor, bunun önüne geçmek için disiplin tüzüğüne bu şekilde bir ihraç hükmü konulmuştur. O istatistikler elimde yok ama en çok ta bu yüzden ihraç olmaktadır arkadaşlarımız. Tabii buna karar veren yargıçlarımız da var, bu konuda iddianame açan savcılarımız da var, savunan avukatlarımız da var.
Dolayısıyla hepimiz bu toplumun ürünü olduğumuzdan silahın geleneksel Türk insanı üzerindeki rolünün bence çok iyi araştırılması lazım. Neticede havaya ateş edildiğinde karakolun size vermiş olduğu cevap yanlıştır, onu yakalamak istememiştir. Konu açıktır, onda inkar edecek bir şey yok.
Bence çok önemli bir konu bu. Bunun üzerine eğer Umut Vakfı olarak giderseniz bu araştırmaların önemli sonuçlar alınabileceğini tahmin ediyorum.
Diğer bir konu ruhsatsız tüfeklerin son zamanlarda artması. Aynen katılıyorum. Bizim yapmış olduğumuz operasyonlarda da pompalı tüfeklerin sayısında çok müthiş bir artış var, % 300’ün üzerinde bir artış var son 1 senelik operasyonlarda.
Belirli kesimler tarafından bunların kullanıldıkları ve bulunduruldukları konusu da doğrudur. Ona da katılıyorum. Bunlara af getirmek te gecekondu affıyla aynı şeydir, yani arada bir fark olduğunu tahmin etmiyorum. Seçim öncesi gecekonduya nasıl af gelecek diye bir gecede binalar yükselir, siz bunu affederseniz tekrar aynı şekilde tüfekler veya daha vahim silahlar belki gelir.
Ama burada dikkat çekmek istediğim diğer bir konu. Bu tüfeklerin ruhsatlarının bu tabanca ruhsatının dışında çok kolay mevzuatla ve hükümlerle elde edilmesi. Düşünün. Bir Avcılar Derneği var, bilebildiğim kadarını söylüyorum. Bir av tezkeresi alıyor şahıslar ve o av tezkeresine dayanarak tüfek alıyorlar. Ama almış oldukları tüfekler benim polis olarak belimde taşımış olduğum tabancadan çok daha vahim silahlar. Bir pompalı tüfek düşünün, 15 tane çeşitli niteliklere sahip fişeği atabilecek kapasiteye sahip ve bunlar bence bir kalaşnikoftan, bir uziden çok daha tehlikeli, vahim olan silahlar ve çok daha kolay alma imkanına, ruhsata bağlama imkanına sahip olan silahlar.
Şimdi normal bir güvenlik görevlisine, evlet görevlileri haricindeki insanlarımıza vahim silahlarla ilgili ruhsat verilmiyor. Yani bir kalaşnikofa - Güneydoğu’daki koşullar bir kenara bırakılırsa - ruhsat alamazsınız ama 15 tane atan otomatik bir pompalı tüfeğe veya bir av tüfeğine - ki görünümleri itibariyle de çok korkunç silahlar, gördünüz mü hiç bilemiyorum - çok daha tehlikeli olabilecek bu silahlara ne yazık ki... - bir örgüt olarak ben akıllı bir örgütçü olsam bir avcılar derneği kurar, orada bütün mensuplarıma av vesikası verir, silahlanırım - Bunun çok önemli sakıncalar doğurduğuna inanıyorum.
Çok fazla uzatmamak için eleştirileri de...
Bu ‘kart paraları’ndan söz ettiniz. Ben silah ruhsatının verilmesinde bu kart paralarının neden alındığını da bilmiyorum, vakfa gidiyor, vakıfta kullanılıyor. O konuda herhangi bir fikir beyan edemeyeceğim. Ama sırf bu nedenle de ruhsat verildiği düşüncesine karşıyım. Yani zannetmiyorum sırf bu nedenle ruhsat verilsin. Çünkü neticede dava açmaya gittiğiniz zaman da her dava için Adalet Teşkilatını Güçlendirme Vakfına sanıyorum - ben ismini tam olarak bilemiyorum - oraya da para veriyorsunuz. Ama etkili bir yöntem midir, yani bu silah ruhsatının çok verilmesinde etkili midir? Olabilir. O görüşe o yönüyle katılmıyorum ama tek neden değildir bence.
Bir diğer konu da bu katil silahların, yani kirli silahların dolaşımı konusunda biz gerçekten titiz davranıyoruz. Ama olayları çözdükçe bu silahları elde edebiliyorsunuz. Olayları çözdükçe elde edebiliyorsunuz.
Sizin dediğiniz diğer bir konu da bu silahlara ruhsat verilirken balistik inceleme yapılıyor mu konusu. Doğrusu ben bunu bilmiyorum. Ama ruhsatlı silahlara balistik inceleme yapıldığını zannetmiyorum. O da önemli bir eksikliktir. Az sonra öneriler bölümünde onu zaten söyleyeceğim.
Bir konuya daha değinmek istiyorum İstanbul Organize Suçlar Müdürü olarak. Şimdi Memoli’den örnek verdiniz. Doğrudur. Memoli’nin hiç olmazsa yasal bir tarafı vardır yani polis. Ama Memoli’nin karşısında tam 11 tane dizi var. 11 mafya dizisine karşı 1 polis dizisi, ben onun için destekliyorum. Ben de izlemiyorum.
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Ama bakın orada kamu gücünü temsil eden bir kişi silah taşıyor. Ama diğer tarafta kamu adına hareket eden güya sahte mafya liderleri çıkartılıyor ve ben şunu iddia ediyorum: O dizilerin her biri şu anda bir mafya grubu tarafından finanse ediliyor. Onları da ileriki operasyonlarda göreceğiz.
Teşekkür ederim.
OTURUM BAŞKANI AV. GÜL ERMAN
Çok sevindim Sayın Adil Serdar Saçan, Memoli dizisi hakkında söylediklerinize. Çünkü ben koruyacak bir şey bulamıyordum, ben sadece Mehmet Ali Alabora çok yakışıklı olduğu için bu diziyi seyrediyordum.
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Bilemiyorum. O kadar yakışıklı bir insanı görüp te diziyi seyretmemek mümkün değil. Kimdir silahı taşıyan, kimdir silahı taşımayan? Bilemiyorum.
Şimdi öneriler bölümüne geçiyoruz. Öneriler bölümü için ben bir - iki kelimeyle başlıyorum yine, sonra diğer arkadaşlarımıza takdim ediyorum. Bu defa 5’er dakikalık bir süre...
Ara verelim mi? Ama ara verirsem arada Başkan da bir kere konuşsun burada, hoşgeldin konuşması yapsın. Ara veriyoruz, birşeyler içiyoruz.
Başlıyor muyuz?
Şimdi 5’er dakikada önerilerimizi sunmaya çalışacağız. Arkadaşlar ‘”5’er dakikada önerilerimizi sunamayız’ dediler ama şimdiki salonun kalabalıklığına baktığımız zaman eğer bunu da 10 dakika yaparsak hemen hemen hiç kimse kalmayacağı için. O bakımdan biran evvel 5’er dakikada bitirelim ki hiç değilse birer tur yapmış olalım diyorum.
Sizlerden bir ricam var. Bütün bu konuşmalar banta alınıyormuş, ancak cep telefonları açık olduğu zaman banta alınmada teknik bazı problemler çıkıyormuş. O bakımdan lütfen cep telefonları kapatılabilirse çok makbule geçecek.
Öneriler konusunda herşeyden evvel kısaca tekrar belirtmek istiyorum ki cezaların arttırılmasıyla birşeylerin elde edilebileceği görüşü çoktan terkedilmiş olan bir görüştür. Önemli olan yönetmeliklerde, silah yönetmeliklerinde bu kadar çabuk silah verilmesinin, bu kadar herkese silah verilmesinin önüne geçecek hükümlerin konmuş olması ve aynı zamanda hemen hemen 21 yaşını doldurmuş herkesin silah almasını sağlayabilecek olan bu kadar çok çeşit yönetmeliğin, çeşit kanunun, birden fazla düzenlemenin mevcut olması - dediğim gibi daha evvel - kaçaklara sebebiyet vermiş olduğu için, çelişkilere sebebiyet vermiş olduğu için tek bir düzen içinde bir birleşmenin sağlanması.
Özellikle ikide bir af kanunlarının çıkartılmaması, af niteliğini taşıyan 2500 sayılı kanun gibi, 2583 sayılı kanun gibi yasaların çıkartılmasında dikkatli olunması. Çünkü bunlar af ismini taşımadıkları için kimse farketmedi ama hükümleri itibariyle af kanunu mahiyetindeydi. Özellikle kanun hükmünde kararnameler çıkartarak bölgelere göre ayırımlar yapılmaması ve mevcut olan silahlara ruhsat verilmesi yoluna gidilmemesi gerektiği inancındayız.
Ayrıca bir memlekette eğer ciddi bir hukuksal yarar zedeleniyorsa buna karşı düzenlemelerin yapılması gerektiğini arzetmiştim. Özellikle futbol maçlarından sonra meydana gelen olayları dikkate aldığımızda, düğünlerdeki olayları dikkate aldığımızda caydırıcı birtakım ceza normlarının tayin olması gerektiğine inanıyoruz.
Türkiye’e silahların bu kadar çok sevilmesi, bu kadar çok taraftar bulması olayı daha çok aşiret hukukundan vazgeçememiş olmamızdan kaynaklanıyor inancındayım. Herşeye rağmen aşiret hukuku devam etmektedir, aşiret hukukundan kurtulmamız mümkün olamamaktadır. Erkekle silah birleşmektedir, bu da erkeğin öyle zannediyorum ki çocukluğundan beri ağlamaması, korkmaması gerektiği konusundaki ciddi telkinler nedeniyle çok korkmasından kaynaklanmaktadır. O kadar çok korkmaktadırlar ki ellerinde silah olmadığı zaman kendilerini huzurlu hissedememektedirler.
Ayrıca sanal cinayetler, sanal linçler toplumumuzda çok fazla yer almaktadır. Bu sanal cinayetlerin, sanal linçlerin varlıkları, çocuk filmleri, televizyon programları, şiddete yönelik her türlü oyuncaklar dikkatle kontrol edilmelidir.
Sizlere bazı istatistikler getirmiştim. Kendi kısıtlamama kendim uyacağım.
Amerika’da neler olduğu konusunda çok fazla bir şey söylemek durumunda değilim, Her 2.5 saatte 1, 18 yaşın altında bir çocuğun Amerika’da öldürülmekte olduğunu söylemekte ve de 2 sene içinde Vietnam ve Kore harplerinden daha fazla insanın yine amerika’da ateşli silahlar tarafından öldürülmesi.
Amerika’da oyuncak sanayinde bazı kategoriler, bazı emniyet sibopları uygulanmaktadır. Oyuncak ayılarla ilgili 4 güvenlik düzenlemesi var oyuncak tadybear’lerle, yün parçalarından yapılmış olan ayılarla ilgili. Ancak silah oyuncaklarla ilgili hiçbir düzenleme Amerika’da mevcut değil. Bizi ilgilendirmez diyemeyiz, çünkü esas itibariyle yüzümüz hep Amerika’ya dönük. Bu bakımdan bu konuya dikkat etmemiz gerekiyor.
Yine Amerika’da pioneer’lardan kaynaklanan ‘kendi bölgemi tayin edeyim, o bölgeye sahip olayım’ inancıdır silaha olan yöneliş, bizdeki gibi aşiret hukuku değildir. Yani hedef noktamız aynı olmakla beraber hareket noktamız çok farklıdır. Buna rağmen benzerlik inanılmaz derecede kuvvetli.
Silah konusunda ruhsat sahiplerine tehlikelilik konusunda uyarıcı bilgiler verilmelidir. Çünkü ruhsatlı silahlar evlerde rastgele bırakılmakta ve çocuklar tarafından kullanılabilmektedir.
Hukuksal düzenlemeler toplumsal olaylar açısından ancak kısıtlı birtakım çözümler sağlayabilirler. Ülkemizde yaygın ve bilinçsiz silah kullanımı olgusu derin toplumsal kökenlere dayanmaktadır. Dediğim gibi tekrar at-avrat-silah-aşiret ananeleri buna sebebiyet vermektedir, bunu da özellikle düğünlerde çekilen silahlardan görüyoruz. Toplumsal düzenlemenin yapılması, sağlıklı bir toplumun yaratılmaya çalışılması hukuksal önlemlerden çok daha faydalı olacağı inancındayım.
Sözü şimdi ben kime bırakıyorum, Sayın Savaş Kalafat’a bırakıyorum.
Teşekkürlerimle.
SAVAŞ KALAFAT
Gazeteci olmanın dayanılmaz cazibesi soru sormaktır. Aslında emniyetten arkadaşlarımızı görünce soru sorma dürtüsüne çok fazla engel olamıyorum, onu finalin dibine eklemeyi düşünüyorum.Çok kısa 2 sorum olacak ve ondan sonra sanıyorum kendileri sonucu açıklarken belki o sorulara cevap verebilirler.
Bireysel silahlanmanın önlenmesi ve silahla gelen şiddetin toplumdaki etkilerinin yok edilmesi için medyanın, özellikle görsel medyanın büyük sorumluluklar taşıması gerektiğine inanıyorum. Bu nedenle de Radyo Televizyon Üst Kurulu denilen eski adıyla RTÜK diye anılan kurulun üyelerinin ya da araştırmacılarının ya da ihbar mekanizmasının son derece etkin, yetkin ve akıllı ve daha çok psikoloji ilmi almış insanlardan oluşmasını diliyorum ya da temenni ediyorum ki, durum böyle değil.
Onun ötesinde yazılı medyanın da - Ferai Tunç’un dediği gibi - ‘Haber gerçeği ne yapacaksınız, eğer Bosna’da ya da Çeçenistan’daki olayları haber mantığında vermeniz gerekirse vermeyecek misiniz?’ sorusuna.
Tabii ki vereceksiniz ama gazetecilik etiği vardır. O etik çerçevesinde önce kendi sorumluluklarınızı düşüneceksiniz ve vereceksiniz. Verdiğiniz zaman sanıyorum toplumla barışık bir yaşam sürdürebilirsiniz yayın olarak.
Silah ruhsatlarının verilmesi konusunda silah ruhsatı alan her kişinin sadece bürokratik engellerle araştırılması değil, - yani sabıka kaydı vs - onun ruh sağlığının da araştırılması gerekir, bir inceleme olması gerekir. Asıl önemli olan bölüm odur bence. Yoksa kişinin sabıkası olmaması, sabıkasız olması o kişinin manyak olmaması gerektiği gerçeğini ortaya çıkarmaz. Aramızda dolaşan, akıllı görünen bir sürü manyak, bunu da biliyoruz. Çeşitli olaylarla karşımıza çıkıyorlar.
Sorularıma geliyorum.
Bir gazetenin logosunun tam yanı başında bir silah ilanı var. Yaklaşık 1 senedir veya 2 senedir bu çıkıyor. Gazetenin adını vermiyorum, mutlaka izleyenler vardır. Merak ediyorum, o silah ilanı niçin verilir? Sanki bir grubu “Haydi silahlanalım. Yarın Türkiye’yi devirmek için bu silahlar bize lazım” gibi bir gerekçeye doğru itiyor. Benim sahip olduğum bir görüş değil ama ben bu ülkede yaşıyorsam, bu ülkenin suyunu, toprağını, havasını paylaşıyorsam, birileri benim yaşadığım sisteme aykırı bir şekilde sistem getirmeye çabalıyorlarsa bu ülkede o zaman ben ne yaparım diye düşünüyorum kara kara.
İkincisi. Bu silahlanan grupların pompalı diye tabir ettiğimiz o silahların namlularını keserek silahlarının ne kadar zarar verici boyutlara dönüştüğünü acaba açıklayabilirler mi emniyet mensubu arkadaşlar?
Benim sorularım bu kadar.
Teşekkür ediyorum.
OTURUM BAŞKANI AV. GÜL ERMAN
Çok teşekkürlerimizle.Süha...
AHMET SÜHA UMAR
Gerçekten 5 dakika içerisinde hem gerekçeleri, hem de çözüm önerilerini söylemek zor.Önce bir - iki temel saptamayı belirtmek istiyorum. Çok Amerika’ya yollama yaptık. Tamamen farklı bir toplum, tamamen farklı bir anlayış. Amerika’da pioneer’lerden, yerimi belirleyeyimden değil de Amerika Birleşik Devletlerinin bağımsızlığını kazanması milis teşkilatına dayandığı için orada, Amerikan Anayasasında kişilerin silah edinme ve taşınma hakkının ellerinden alınamayacağı belirtilmiştir. Peki, belirtilmiştir de ne olmuştur? Amerika şu anda dünyanın hem harp silahları açısından, hem de tabanca, tüfek, işte av silahları, atış silahları açısından önde gelen, birinci sırada gelen ülkesidir. Ama bir de üstelik biliyorsunuz National Rifle Association diye akıl almaz güçlü bir kuruluşları var bu silahlardan yana, silahçılardan yana olan. Buna rağmen Clinton gibi çok ta ciddi olduğu söylenmeyen bir başkan bütün bunların beline kazmayı vurmuş ve yeni bir yasayla silah taşıma, bulundurma, alma haklarını Amerikan vatandaşlarının bile anayasaya rağmen sınırlamıştır.
Demek ki şu anda bir defa Türkiye’de milis geleneği yoktur. Atatürk İstiklal Savaşına başladığı anda ilk yaptığı iş milis örgütlerini ortadan kaldırıp düzenli orduya geçmek olmuştur, çünkü bizim gerçekten geleneğimizde böyle bir şey yoktur. Amerika Birleşik Devletlerinde olan bir geleneğe rağmen bu kadar zecri tedbirler alınabiliyorsa, bulunmayan bir ülkede bunlar haydi haydi alınabilir.
Türk halkının silah merakı. Böyle bir şey de yoktur. Ben 54 yaşındayım, kendimi bildim bileli silahla haşır-neşirim avcı olduğum için, kendimi bildim bileli dağlarda, köylerde dolaşıyorum, arazide dolaşıyorum. Aksine Türk halkında silaha karşı çok ta öyle hoş olmayan duygular vardır ve bu duygular modernleştikçe, çağdaşlaştıkça, toplumun yapısı değiştikçe, tarım toplumundan, hayvancılıkla uğraşan toplumdan sanayi toplumuna doğru geçtikçe, kentleştikçe daha da güçlü hale gelmektedir. Şu anda silah ve silahla bağlantılı herşey Türk toplumunun büyük bir kesiminde sadece tepki yaratmaktadır. Onun için bu yanlış olgulardan veya düşüncelerden harekete edip te başımıza gelenlerin kaçınılmaz son olduğunu düşünmemeliyiz.
Peki. Biz şu anda nasıl bir tehlikeyle karşı karşıyayız? Emniyetten gelen gerçekten kendisine çok teşekkür ediyorum hem görüşleri, hem de verdiği bilgiler açısından, değerlendirmeleri açısından. Kişisel olduğunu söyledi ama bu bile önemli. Biz öncelikle sıradan Türk vatandaşlarının karşı karşıya kaldıkları sıradan bir tehditi göz önüne almak zorundayız. Yani çeteler birbirleriyle dövüşürler, mafya dediğimiz üç - beş çapulcu birbirlerini öldürürler, silahlar kaçırılır. Zaten yasaların dışında yaşayan insanlarla bütün bir toplum değerlendirilemez. Yasaların dışında yaşayan insanlar hep olacaktır, bu insanlar silah bulacaklardır.
Yalnız bir şeyi söyledi emniyetten gelen arkadaşımız. Çok doğrudur, bunun başka örnekleri de vardır. Birçok silah taşıma yetkisi olan emniyet mensubu, hatta ve hatta silahlı kuvvetler mensubu silahlarını bu insanların ve örgütlerin emrine şu veya bu şekilde geçmişten beri vermektedirler. Ama bunlar herşeye rağmen bugün dikkate alındığında hem azınlıktır, hem de Türk halkının büyük bir çoğunluğunun karşı karşıya kaldığı esas tehdit değildir.
Esas tehdit tamamen teşvik nedeniyle, yani politikacıların teşviki nedeniyle ve buna gönüllü kuruluşların, insanların, görevi bunu engellemek olan resmi kurumların karşı çıkmaktaki beceriksizlikleri veya isteksizlikleri nedeniyle Türk toplumunun olağanüstü bir biçimde sıradan vatandaşların silahlanmasıdır.
Şimdi bizim yapmamız gereken şey bence öncelikle bu olguyu ortadan kaldırmaktır.
Somut ve çok böyle bir noktada kendinizi yoğunlaştıramazsanız karşı karşıya kalacağınız ikinci bir tehlike vardır. Sizi derhal başka yönlere sevkederler ve sizin yapmak istediklerinizi sulandırırlar, hiçbir şey yapamazsınız.
Hem Ferai Hanıma katılıyorum, hem Sayın Kalafat’a katılıyorum, Nazire Hanıma katılıyorum. Bir tehditin uzun vadede ve tümüyle ortadan kaldırılmasının tek yolu eğitimdir. Ama eğitim herzaman uzun vadeli bir iştir. Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu sorun bu kadar uzun vadeye yayılabilecek bir sorun değildir. O zaman yapılacak şey birinci planda kötü gidişin ne pahasına olursa olsun en kısa zamanda durdurulmasıdır. Bu somut hedeftir. Bu arada eğitim de devam edecektir, bilinçlendirme de devam edecektir, yasalar da devam edecektir.
Yasa çıkaralım dediğiniz anda bir defa partiyi kaybedersiniz. Çünkü işte dediğim gibi 97’den beri bir yasa değişikliği yapılamıyor, yapılmak istenen yasa değişikliği de beklenen sonucun tam tersini vermek üzere yapılmaya çalışılıyor.
Onun için öncelikli sorunumuz karşı karşıya kaldığımız büyük tehditin mevcut yasal çerçeve içerisinde o yasaların uygulanmasıyla... - Sizin söylediğinize tümüyle katılıyorum - Sorunumuz birinci planda yasaların uygulanmamasıdır ve bu yasaların maalesef sürekli olarak belli kişiler ve gruplar tarafından amaç dışı yorumlanarak çıkarılan yönetmeliklerle hakkın genişletilmesidir. Bunu bir defa önlemek zorundayız. Kısa vadeli ve öncelikli işimiz bu olmalıdır.
Peki, bunu nasıl yapacağız? Bu zaten fiilen başlamıştır. Bakın, pompalı veya yarı otomatik tüfeklerin satışı hemen hemen durmuştur. Neden? Benim vakfımın başını çektiği çok ciddi av denetimleri sonucunda bu silahların bir defa büyük bir çoğunluğunun, % 70’inin hiçbir belgesi olmadığı anlaşılmıştır ve bunlar müsadere edilmektedir.
İkincisi. Bu konuda yapılan yine baskılar, yine bizim vakfın başkanı birtakım insanların da yaptığı baskılar nedeniyle emniyet ve jandarma bu işin üzerine ciddi biçimde gitmeye başlamıştır. O nedenle de bu silahların satışı hemen hemen durmuştur, fabrikalar batma noktasına gelmiştir. Hiçbir sakıncası yoktur. Anlattık, 5 - 6 senedir anlatıyoruz. Dinlemediler. Batarlar, akılları başlarına gelir, başka yöne giderler. Çifteler, süper pozeler üretirler, kendilerini bir yola sokarlar.
Bir defa bu tür silahlar ki hakikaten karşı karşıya kaldığımız en büyük tehditlerden bir tanesidir. Yine emniyet görevlisinin söylediği 2.000 kadar usulsüz getirilmiş, satılmış silah. Ben yüzbinlerce silahtan bahsediyorum. Bu 2.000 silah, keşke bütün bununla kalsaydı. İstanbul’u, diğer illeri de koyarsınız 50.000 silah eder. Keşke bununla kalsa. Ben yüzbinlerce silahtan bahsediyorum, 1 milyon tüfekten bahsediyorum.
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Sizin söylediğiniz gibi son derece etkili. Öyle uzi, akrep filan bunlar, onun yanında hiç kalır. Yani tek mermiyle bu işin eğitimini almamış bir adamın belli bir mesafeden o heyecanla birisini vurması hakikaten büyük bir tesadüftür. Ama o pompalı tüfeğin içerisinde 1 mermide 250 tane saçma vardır. 250 tane saçmayı şöyle 30 metreden tetiğe bastığınız anda peşpeşe de - yarı otomatik pompalılar hatta o kadar kullanılması zordur, esas itibariyle yarı otomatiktir - bu silahların peşpeşe tetiğine bastığınız anda - ben size söyleyeyim - 3 saniye içerisinde - Allah göstermesin - burada herkesi öldürebilirim. 3 saniye içerisinde ve hiç kimse bundan kurtulamaz ve üstelik bunun için benim avcı filan, çok iyi silah kullanmam filan da şart değildir.
Bu tehditi önlemenin de birinci yolu bir defa gönüllü kuruluşların... Tabii ki baro. Yani baronun yapabileceği o kadar büyük iş var ki, yani bu konuda yapabileceği olağanüstü işler var. Çeşitli şekillerde.
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Dediği doğrudur. Savunmasını bile almazsınız.
İkincisi. Tabii diyeceksiniz ki “bunun da savunma hakkı vardır. Doktorluk gibidir filan.” Bazen doktorluk bile yapmamak daha doğru olabilir. Bütün bunları... Parlamentoya baskı yapacağız. Bu aflar çıkmayacak artık, bu silah ruhsatları toplanacak. - benimkini de alsınlar - Bu silah alacak insanların “boyuna muhtarlara da verelim, işte sokaktaki simitçilere de verelim” bunlardan vazgeçeceğiz, bunlara izin vermeyeceğiz artık.
Basın burada çok önemli. 1994 yılında Emin Çölaşan’a ben gittiğimde, bu vaziyeti anlattığımda şu kadar zıpladı yerinden. Yazdı. Ondan sonra birçok insan yazdı, hala yazmaya devam ediyorlar. Peşini takip etmedi. Olsun, biz onları takip edeceğiz, baskı altında tutacağız. Onlar yazacaklar, haber yapacaklar. Basın aslında görevini yapıyor. Açın gazeteleri: Hergün bir pompalı rezaleti, hergün bir tabanca rezaleti, hergün bir silah rezaleti. İşte bunlardan yararlanmak ta gönüllü kuruluşlarının işi, bizlerin işi.
Son olarak şunu söylemek istiyorum. Hedefimizi iyi saptayacağız. Tehlikeyi çok belli bir şekilde sınırlandıracağız, yani karşı karşıya olduğumuz tehditi çok iyi algılayacağız. Hedefimizi çok iyi saptayacağız. Bu hedefe varmak için yapılması gereken öncelikli işleri çok iyi saptayacağız ve bu işleri yapmak üzere hiç bıkmadan, usanmadan herkesi kullanarak, herkesten yararlanarak çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Bunu yaptığımız taktirde başarmamak diye bir şey yok. Ben bunu yaşayarak biliyorum, öğreniyorum.
Gerçekten başarmamak diye hele böyle barolar, basın filan bunlarla birlikte kalkıp ta yola çıkıp ta bir amacı gerçekleştirememek diye bir şey yok. Bunu düşünen varsa vazgeçsin yaşamaktan, daha iyi.
Çok teşekkürler.
OTURUM BAŞKANI AV. GÜL ERMAN
Sayın Ferai Tunç.
FERAİ TUNÇ
Şimdi tabii basın sivil toplum örgütü değil. Sivil toplum örgütleri gerçekten hareket edecekler, basın da onların haberlerini yansıtacak. 1994 yılında Emin Çölaşan’a anlatmışsınız, o yazmış. 6 yıldan beri işte buradayız, o da sizlerin gayretiyle. Yani basın bir kampanya başlatamaz bu konularda ama basının yapabileceği bir şey var.Arkadaşımızın demin dediği gibi çok önemli bir açıklamaydı. Televizyonda mafya dizileri, arkalarında mafya parası. Yani şimdi artık bu - moda terimle - globalleşen dünyada sermaye de dolaşıyor. Nerede, kimin parası, neyi alıyor, neyin arkasına giriyor çıkıyor, bunu anlamıyoruz. Burada onun için meslek etiğini korumak gerekiyor, esas sorumluluk gazetecilere düşüyor. Siz baroda bunu koruyorsunuz, çünkü izin veriyorsunuz. Yani avukatlık yapma izni, alma ve verme yetkiniz var. Bizim öyle bir durumumuz yok, öyle bir örgütümüz yok gazetecilerin. Biz doğrudan gazetecilik yapma yetkisini ve iznini Başbakanlıktan alıyoruz. O nedenle bir kontrol mekanizması yok burada, yani basında bir kontrol mekanizması yok. Gazeteci kendi başına bir yere kadar durabilir, direnebilir.
Benim önerim, basının yapabileceği, bu konuda yapabileceği önerim daha geniş kapsamlı diyeyim. Barıştan yana olmalı bir gazeteci. Yani çatışmalara karşı barış kültürünü hayatın her olayında savunmalı ve bunun da mücadelesini vermeli diye düşünüyorum genel anlamda. Bunu kendine bir meslek ilkesi haline getirmeli diye düşünüyorum.
Bunun dışında daha fazla somut bir önerim yok doğrusu.
OTURUM BAŞKANI AV. GÜL ERMAN
Nazire Hanım. Pardon.
NAZİRE DEDEMAN
Evet. Öneriler kısmında önerilecek çok şey var, yapılacak ama burada daha çok yasal boyutunu konuşuyoruz. Ama bireylerin de yapması gereken çok şeyler var.Ben şöyle sıralamak istiyorum.
Gül Hanım, sizin verdiğiniz bir örnekte Amerika’ya ilaveten ben de bir örnek vereyim. 97 yılında 10.744 silah olayı olmuş, silahla şiddet olayı. Japonya’da bireysel silahla 96 yılında sadece 111 şiddet olayı olmuş.
Şimdi bunları mukayese ettiğimiz zaman Amerika’da silah edinmek kolay ama Japonya’da yasak. Demek ki silah bulundurmayı ve taşımayı yasalarla da ayarlamak mümkün. Nitekim bunu Avustralya da yapmış. Hatta silahları toplatıp bunları eriterek bir meydanda büyük bir heykel yapmış ve bunun da kalıcılığını sağlamaya devam etmiş. Demek ki önce yasalarla düzenlemeyi...
Şu anda evet, yasalarımız var ama bunlar da uygulanmıyor. Zaten bir yasa yapıldığı zaman devamlı bunun güncel yaşama göre yıllar içerisinde tekrar tekrar gözden geçirilerek şekil bulunması lazım. Onun için yasaların uygulanmasını elbette yapmamız lazım, yapılmasını sağlamamız lazım. Onu da nasıl yapacağız tabii ? Gene o ayrı bir problemi işin, farklı bir boyutu. Fakat bunun yanısıra da yeni yasalar çıkartmakta etkili olabiliriz biz yurttaşlar olarak diyorum. Onun için siz hukukçulara daha çok görevler düşüyor.
Bu yeni yasa düzenlemelerinin yapılmasında şöyle benim bir önerim var. Nasıl araba ehliyetinde... Bir zamanlar direkt alınıyordu, yıllar içerisinde kurslara tabi olundu ve uzun vadede 3 ay gibi zannediyorum. - Bilmiyorum, benim ehliyetim bayağı eski. Yaşımla orantılı bayağı eski olduğu için yeni düzenleme nedir, onu tam bilmiyorum ama - uzun yıllar sonra buna geçildi. Bu silah ruhsatlarında da yapılabilir ve aynı sürücü ehliyetinde olduğu gibi 6 aylık kurslar haline getirilebilir, bu kurslardan bir de yazılı ve görsel olarak imtihanlardan geçecekleri için insanlarda biraz daha da caydırıcılığı olabilir ve bunun aynı zamanda barışçıl yapısı da uzmanlar tarafından kabul edilmiş kişilere verilmesi.
Ben gene ağır cezalara da değineceğim. Cezalar ağır ama bana göre cezalar hiç ağır değil. Çünkü silahla yapılan birtakım eylemlerde maalesef özellikle para cezaları çok küçük rakamlarda kalıyor. Çünkü yasa çıkıyor, yıllar yıllar geçiyor, paranın değeriyle o yasadaki orantılar dahi kurulamıyor.
Onun için burada ruhsatsız silah bulundurmaya da ağır cezalar getirilir ki bu caydırıcı, hiç değilse kısmen caydırıcı olabilir. Bu bile toplumda bence en azından birazcık daha ruhsatsız silahın önüne gelenin elinde olmasını bir parça engeller.
Toplumun bu konuda duyarlılığını arttırmak, kamuoyunu bu konuda daha bilinçlendirmek için trafik haftası, işte kanser gibi günleri gibi günlerimiz var. Yılların hemen hemen birtakım günleri veya haftaları bu tip etkinliklere ayrılıyor. Bunlar biliyorsunuz okullarda, basında, medyada ağırlığınca o günlerde işleniyor ve sivil toplum örgütlerince. ‘Bireysel Silahsızlanma Günü’ de ilan edilebilir. Bunun için Vakıflar Genel Müdürlüğünün bize verdiği bilgiler doğrultusunda Başbakanlıktan alınıyormuş bu tip izinler, ilan edilmesi. O nedenle de biz bundan 2 ay önce vakıf olarak Başbakanlığa yazımızı yazdık ama henüz bir cevap olumlu ya da olumsuz dahi alamadık. O da ayrı konu.
Bu arada hep aynı konular oluyor, tekrar gibi olacak. Bu oyuncak silahların kaldırılması. Bu Amerika’da yok ama Avrupa’nın birçok ülkesinde yasaklandı. Bunlar yasaklandığı için bizde de yasaklanabilir umudu var bende. Onun için oyuncak silahları... Çünkü bir yerde de eğitiminden ve şiddete aracı olan silahı en azından çocukların elinden kaldırmamız lazım ki, ileri yıllarımız için bir altyapı hazırlayabilelim ve bu şekilde şiddet içeren özellikle bilgisayar oyunlarının da yasa yoluyla durdurulabilir ülkemize girmesi veyahut ta imalatları.
Tabii medyaya düşen görev çok büyük. ‘Basın görevini yapıyor’ diyoruz. Yapıyor ama ben de izliyorum. Özellikle bizim bir ekibimiz bütün basını tarar, bu konuyla silahla ilgili yazılar çıkar, bir kere çıkar bir köşe yazarında. 2 sene belki elini bile atmaz o konuya. O gün duyarlıdır o konuya atar veya bir olaydan dolayı etkilenmiştir. Ondan sonra da kendi haberinin arkasında durmaz ve bunu zaman zaman “okuyucuyu aydınlatayım bu konuda” diye yazı yazmaz. Özellikle bireysel silahsızlanma konusunda çok az yazı yazıldığını - burada iki sevgili basın dostumuz var ama - onlar da herhalde bana katılacaklardır izlediğimiz zaman.
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Siz yazdınız, evet.
Bu sene özellikle ‘medyanın barışa katkısı’ konumuz olduğu için vakıfta 2000 yılında yazılan bireysel silahsızlanmayla ilgili barışa katkılı, şiddeti engelleyen, şiddetin olmamasını öngören bütün makaleler tarandı. 500 küsur makale bulabildik Türk basınında, yazılı basında ve onların içerisinden de ödüllerimizi verdik. Maalesef çok değil tabii. Yılda 365 gün olduğuna göre - kaç tane gazetemiz var bilemiyorum - onlarla çarptığımız zaman kaç köşe yazarımız, kaç sütun olduğunu hesap edersek hiç 500 küsur yazı çok büyük bir rakam. Hatta hiçbir şey değil demek kalıyor kendi açımdan.
Önereceğim çok şeyler olabilir. Ama vakit darlığı var mı?
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Evet. Evet. Onun için. Önümde bayağı bir notlarım vardı öneriler için ama ben burada keseyim. İnşallah bir başka panelde gene bunları konuşuruz.
Teşekkür ediyorum.
OTURUM BAŞKANI AV. GÜL ERMAN
Gerçekten bu son olmasın.Adil Serdar Saçan Beyi rica edelim.
ADİL SERDAR SAÇAN
Şimdi öncelikle bir konuya açıklık getireyim. Az önce ‘bazı dizilerin finansmanının mafya tarafından yapıldığını’ söyleyince gazeteci arkadaşlar hepsi birden “Bütün dizileri mafya mı finanse ediyor?” gibi bir soru getirdiler.Öyle değil tabii, yani ama...
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Olması da önemli değil. Biz sizin bilmeniz açısından söylüyorum.
Ama sadece diziler açısından da konuyu ele almamak lazım, mafya olgusunun ne olduğu Türkiye’de bilinmiyor bir kere. Mafyanın olduğu yerde mutlaka kamu görevlileri de, mutlaka politikacılar da, basın da, iş adamları da satılmıştır. Yani mafya tarafından satın alınıyor bunlar. Eğer “Yok bu, bu işin içerisinde değil” derseniz mafya olgusunu bilmiyorsunuzdur, tanımı bilmiyorsunuzdur. Dolayısıyla ‘o adamlar diziyi finanse eder’ derken illa maddi anlamda da finanse etmek anlamında olmayabilir. Adamın birisi hayatını oraya yazdırmıştır ve bugün bir dizide bizim takip ettiğimiz önemli bir mafya liderinin hayatı hem de böyle kamuoyunun gözü önünde anlatılmaktadır.
Diğer bir konu da sadece dizilerle ilgili değil, bu kişiler lehine programlar yapılmaktadır, bu kişilerle ilgili haberler yapılmaktadır. Aleyhlerine, aksine haber yaptırmak için çok uğraşmaktayız. Yani öyle de bir sorunumuz vardır.
Dün akşam NTV’de izledim Amerika’daki mafyayla mücadele konusunda. Eğer onu izleyenleriniz varsa aranızda zaten bu dediklerim özetle orada var. Yani bir mafya babasını devlete çok yakın, basına çok yakın olması sebebiyle senelerce izleyip seneler sonra deşifre edebiliyorlar ki o yasalarla.
Şimdi ben ruhsatsız tabancaların illegal yapımının, özellikle Karadeniz bölgesindeki illegal olarak yapımının önlenmesiyle ilgili olarak etkin önlemlerin alınması gerektiğine inanıyorum. Türkiye için önümüzdeki dönemde gerçekten bunlar sıkıntı olacaktır.
Verilen cezaların azlığı konusuna aynen katılıyorum. Toplu silah kaçakçılığında veya cürüm işlemek için teşekkül oluşturma babındaki silah kaçakçılığında cezalar ağırdır. Vahim silahlar açısından da ağırdır. Ancak bireysel silahlar açısından değildir. Bir şahsı biz yakaladığımız zaman 1 yıldan 3 yıla kadar hükmü nedeniyle adliyeden rahatlıkla serbest kalabilmekte ve çıkar çıkmaz da - bizim tecrübelerimize göre - yeniden silah sahibi olabilmektedir. Bence cezaların arttırılması ve şahısların tutukluluk sınırlarının üzerine çekilmesi durumunda affa gerek kalmadan cezalar o kadar arttırıldığında birçok silahı polis buluntu olarak elde edecektir. Yani affın tam tersi, ceza oranında artış olur ve bu şahıslar tutuklanmaya başlarsa işte bazı - çok özür diliyorum - aklı yetmezler gibi televizyonlarda da çıkıp “silahın cezası, idamı beraattır falan” diye de konuşmazlar.
Diğer bir konuyu daha anlatmak gereğini duyuyorum öneri olarak. Şimdi Amerika Birleşik Devletlerinde ben bir eğitimde bulundum. Burada sinir gazı kullanıyorlardı topluluktaki suçlulara karşı ve bir polis memurunun bunu kullanabilmesi için öncelikle bu kendi üzerinde tatbik ediliyordu ve yakasında da ‘bu sinir gazını kullanabilir’ diye brovesi vardı. Olmadı mı, kullanamıyor. Cop için de aynısı geçerli.
Şimdi şöyle düşündüm: Türkiye’nin en büyük sorunu - belki benim olması gerektiğini iddia ettiğimin aksine sonuç doğuracak, diyeceksiniz ki ‘yani orada 8 ay mı bilemiyorum eğitim verilip ehliyet alınıyor, ama neticede insan hiç olmazsa direksiyonu, arabayı kullanmayı biliyor - silah gibi bir konuda ruhsat verdiğiniz adama hiçbir eğitim vermemenizin hiçbir mantığı yoktur. Aynı ehliyet alır gibi silah verdiğiniz kişiye ruhsat vermeden önce silah eğitimi vermek zorundasınız. Silah eğitimi vermeden ruhsat verdiğiniz zaman ha ruhsatsız olarak o silahı o şahsa vermişsiniz, ha da ruhsatlı vermişsiniz, değişişiklik yok. O nedenle mutlak surette silah ruhsatı almadan bir kişinin bu yönde eğitilmesi gerekir. Bunu milli eğitim bakanlığı mı yapar, emniyet genel müdürlüğü mü yapar onu bilemiyorum ama silah ruhsatı için eğitim belgesi şarttır.
Biz polis enstitüsünde, polis akademisinde 4 sene her hafta, haftada 4 saat ve en ağır dersimiz de silah bilgisi dersimizdi. Böyle mezun olduk. Mezun olduğumuzun ilk haftası silahlarımızı aldık, 5 tane arkadaşımız kendini vurdu, öldü. Yani düşünün, 4 sene en ağır dersimiz bu.
Şimdi siz - biraz önce arkadaşımızın dediği gibi - dağdaki çobana silah veriyorsunuz. Yani silah o kadar zararlı bir şey ki biraz da onu anlatmak lazım. Yani silah taşıyan bir insan için en büyük handikap silah taşımaktır bence. Çünkü siz silahınızla
1- Kendinizi vurabilirsiniz.
2- Yakınınızı vurabilirsiniz.
3- Yakınınız sizi vurabilir.
4- Silahınızı düşmanınız kapar, sizi vurabilir.Bu kadar tehlikeli bir maddeyi üzerinizde taşıyacaksınız ve bunun için hiçbir eğitim görmeden taşıyacaksınız.
Ben polis müdürü olarak silah taşımaya bireysel olarak gerçekten karşıyım. Keşke Türkiye’de terör ortamı olmasa, keşke Türkiye’de İngiltere gibi ortam olsa da polis te silah taşımasa. Yani keşke bu yönteme, buralara gidebilsek. Ama ruhsatlı silah vermeden önce mutlak surette eğitim verilmesi gerekir.
Diğer bir konu. Bence bu av tüfekleri - o yivsiz av tüfekleri var çifte veya tekli tabir ettiğimiz - onların dışındaki tüm tüfeklerin vahim silahlar kapsamına alınması ve ruhsata bağlanmaması gerekir, hele ki av tezkeresine hiç bağlanmaması gerekir. Arkadaşımızın sorduğu namlusunu kesmenize gerek yok. Zaten koca koca böyle diğer ağır harp silahları gibi silahlar var, yarı otomatik ve tam otomatik silahlar var.
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
O hiç önemli değil. O kullandığınız fişek çok önemli. Biliyorsunuz çok çeşitli fişekler var, hatta siyanürlü olanlara kadar. Arkadaşımızın dediği gibi 3 saniye içerisinde burayı pompalı tüfekle yok edebilirsiniz.
Zaten bireysel katliamların da dikkat ederseniz şahıs cinnet geçiriyor, pompalı tüfekle ateş ediyor. En çok kayıp orada veriliyor, 4 - 5 kişi birden ölüyor anında. Dediği gibi tabancayla öyle 5 kişiyi birden öldürmek çok zor bir şey ama tüfekle çok kolay öldürebilirsiniz.
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Taşıyabilme açısından.
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Bir diğer önerim. Ruhsatsız silahlara ceza arttırımının yanısıra ruhsatlı silahla işlenen suçlarda da ceza arttırımı getirilmesi gerekir. Bu polis için yasalarda var, o da şuna dayanıyor mantığı. Eğitim görmüş bir kişi silahla bir suç işlerse cezası arttırılmalı diyorsunuz. Ama diğer taraftan ruhsat veriyorsunuz bu ruhsatlı silahla birileri öldürülüyor veya yaralanıyor. Ona ceza arttırımı. Ruhsatlı silah için...
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Ben bilmiyorum. Ruhsatlı silah için arttırıldığını bilmiyorum. Bizim açımızdan var ama normal ruhsatlı silah olan açısından ceza arttırımı var mı?
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Benim anlatmak istediğim de o. Yani 6136 Sayılı Kanuna muhalefetten ruhsatlı silahla suç işleyen işlem yapmıyorsunuz. Bu taşıma ruhsatlı silah... Örnek diyorum. Çok rastlanan maçlardan sonra ateş ediyor. Yaptığımız işlem nedir eğer başka bir zarar yoksa? Meskun mahalde ateş etmek. Burada ne yapıyorsunuz? Taşıma ruhsatlı silahı bulundurma ruhsatına çeviriyorsunuz, aldığı ceza bu, bir de para cezası ödüyor. Şimdi bunun arttırılması lazım, ruhsatlı silahla yapıldığı için bence onun arttırılması lazım. Benim görüşüm bu.
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Ayrı. Ama ruhsatlının arttırılmasını istiyorum ben.
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Yok. Hayır. Farklı olarak arttırılmasını istiyorum. Yani ruhsatlı...
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Hayır. Ruhsatsızın zaten arttırılmasını talep ediyorum. Dolayısıyla ruhsatlı silahla da suç işlemenin ağırlatıcı sebep olması...
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Bilemiyorum. Şu anda uygulamada hiç görmüyoruz.
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Onu şey sınırının üzerine çıkarılmasını istiyorum zaten, tutuklama sınırının üzerine çıkarılmasını. Belki ağır oluyor ama.
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Ben ruhsatlı silahla işlemenin cezasını arttırılmasını. Yani önce eğitim verilip ehliyetname gibi ruhsatnamenin verilmesini ve eğitimli ruhsatlı silah alan şahıs ta bu silahı kullandığında artı ceza verilmesini öneriyorum. Ama yani kabul edilir edilmez...
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Evet, o başka bir sorun. Doğru.
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Ruhsatsız silahları teşvik edersiniz. Ama ben aynı zamanda ruhsatsız silahların cezasının da arttırılmasını öneriyorum.
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Belki.
Şimdi diğer bir konu kuru-sıkı tabancalar konusuna hiç değinilmedi. Bence çok tehlikeli konulardan birisi de bu kuru-sıkı tabancalar. Bu kuru-sıkı tabancaların bence en önemli tehlikesi şu: Biz operasyonlarda karşılaşıyoruz. Bunu birisine çektiğiniz zaman karşı tarafın yasal olarak size silah kullanma yetkisi doğuyor. İşte bu çok tehlikeli bir durum ve biz polis olarak bu kuru-sıkı tabancaların ortaya çıkmasından sonra yaptığımız operasyonlarda gerçekten çok önemli tereddütlerle karşı karşıya kalıyoruz. Bizim arkadaşlarımız da bu konuda çok iyi eğitilmiş değil. Kendisine bir silah yöneliyor bir şekilde, o silaha karşı silahla cevap verse karşısındaki tabanca daha sonra kuru-sıkı çıkıyor, bir sorun. Vermese, bir sorun.
Bence ruhsatlı silah taşımanın yanında bu hiçbir belgeye bağlı olmayan ve hiçbir şekilde şu anda işlem yapamadığımız - biz gerçi adliyelere sevkediyoruz ama neticede hiçbir işlem yapılmıyor - bir şeyle satılıyor bunlar. Oyuncaktan daha basit bir şekilde bir faturayla satılıyorlar ve aynı ruhsatlı tabanca gibi özelliklere sahip ve ses çıkartıyorlar. Şimdi bu silah kaçakçılarının şu anda bir yöntemi de bu. Kuru-sıkı tabancaların namlularını değiştirip gerçek namlu koyuyorlar, gerçek tabanca şekline dönüştürüyorlar. Bu şekilde 3 - 4 tane silah imalathanesi aldık biz geçtiğimiz hafta içerisinde. Bu tabii ayrı bir sorun olarak önümüze çıkıyor.
Bir de son zamanlardaki bu kalem tabancalar konusu. Onları da ne yazık ki İstanbul’da tezgahlarda satılır halde yakaladık, operasyon yaptık.
Bir de az önce söyledi, emekli emniyet müdürümüz var burada “Okulların önünde kalemlerin içerisinde bıçaklar satılıyor” diye. Hukukçular karşı çıkıyor diyorlar - bilemiyorum hukukçular karşı çıkıyor mu? - ama bunların da mutlak surette 6136 kapsamına alınması ve çocukların eline bu tür aletlerin verilmemesi gerekir. En kötü ihtimalle birbirlerinin gözünü çıkartırlar hiçbir şey yapmasalar.
Bir diğer konuyu daha söyleyip bağlamak istiyorum. Bu genel eksen rol konusunda ben hemfikir değilim alt yapıyı, suçluluk oranını ve suçluları yakından tanıdığım, tanıma fırsatı bulduğum için. Türkiye’de bence sigara tiryakiliği gibi babadan oğula geçen bir silah tirkayiliği var ve özellikle bazı bölgelerde kesinlikle var. Güneydoğu ve Karadeniz bölgesinde. Karadeniz bölgesinde bir kere silahı olmayana adam niyetiyle bakmıyorlar. O nedenle bence buralarda geleneğin çok önemli etkisi var. Çocuklar da inanın babasının her hareketinden etkilendiği için, silah sahibi olmasından ve silahı kullanmasından da etkilenip bence suç işlemeye yöneliyorlar.
Teşekkür ederim.
OTURUM BAŞKANI AV. GÜL ERMAN
Böylece özetlemeler de yapıldı.
Şimdi Sayın Baro Başkanımıza sözü veriyorum.BARO BAŞKANI YÜCEL SAYMAN
Yani ben şu sizin en son söylediğiniz gelenek. Bu Türk halkının geleneği filan değil. Bu dünyada bütün ilkel halkların geleneği böyledir, silah kullanır. Her ilkel gelenek her halkta vardır, medenileştikçe bunlar geçer.
Şimdi bir de buna halkın geleneği dememek gerekir diye düşünüyorum. Çünkü Türkiye’de kadınlar silah bulmuyor. Türk halkı erkeklerden ibaret değil, kadınlar işte silah kullanmıyorlar.
SORU SORULUYOR ANLAŞILAMADI
Öyle bakmak lazım. Belki Türk erkeğinin geleneği de değil, ilkelliği diye söz etmek gerekir diye düşünüyorum.
Şimdi bu ilkellik üzerine kurulmuş sistem var. Öyle toplumsal yapı içindeyiz ki, bu şiddeti ve silah kullanma dürtüsünü üreten bir toplum. İşte ben hatırlıyorum. 1990’lar - 93’ler özellikle paramiliter güçlerin kurulduğu bir dönemdir. Koruculuk kuruluyor silaha dayalı. Yani ‘10.000 korucum var silahlı’ diyor, birisi çıkıyor. Onlar korunuyorlar demek ki. Kimin kumanda ettiği belli değil.
Şimdi bakın ben o zamanlar araştırmıştım, aklımda kalanları söylüyorum. Mesela 1946 tarihli iç ve dış düşmana karşı milli müdafaa kanunu mu öyle bir kanun var. 16 yaşından 60 yaşına kadar kadın ve erkeklerin eğitimini, silahlı eğitimini öngörüyor. Şimdi bu yasa uygulandı mı uygulanmadı mı? Bu sürü yasa yürürlükten kaldırıldı, bu kaldırılmadı. Şimdi Özal döneminde ısrarla bu yasa üzerinde duruluyordu ve bana sorarsanız bir paramiliter güç yaratılıyordu. Bunun yanısıra bir sürü özel güvenlik şeyleri filan var, hepsi silah taşıyorlar. Bankalarda var, şurada var. Yani bu teşvik ediliyor, özel güçler kuruluyor.
Şimdi Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi var. Yani askeriyenin sivil örgütlenmesi. Şimdi burada silah var mı yok mu? Bütçesi nedir, kim kumanda ediyor? Bilmiyoruz bunları.
Şimdi toplumun sürekli olarak paramiliter silahlı güçler yarattığı ve ilkellik olarak ta silah sanki çok iyi birşeymiş diye düşünüldüğü ve ayrıca devletin işte sizin mafya dediğiniz doğru. Mafya tanımı itibariyle de devletten doğar, yani oradan kaynaklanır şu ya da bu nedenle. Yoksa insanlar devlete girmezler, yani bir mafya örgüt kurup devletten adam satın almazlar. Bu devletine ürettiği bir şeydir mafya, öyle de bakmak gerekir. Türkiye’de bu bir de kullanıldı, yani devlet için savaşanlar oldu. Yani sistemin kendisi şiddeti ve özellikle silaha dayalı şiddeti yarattı. Şimdi ben çok merak ediyorum. Bunun yanında, bu üretimin yanında acaba bireysel silah kullananın oranı ne?
Şimdi cezaya gelince. Yani böyle bir sistem içinde, paramiliter güçlerin yaratıldığı bir sistem içinde hukuka, yargıya olan bir güven olmaz. Yani hakikaten herşey birbirinin eşitidir. Yani siz Susurluk’ta herkes tahliye edilir, beraat ederken üzerinde silah bulduran birisini 3 sene hapse atarsanız olmaz, yani sistem kendi kendini reddeder. Onu atamazsınız, para cezası verip bırakacaksınız. 7 kişiyi öldüreni siz bir af kapsamı içinde sokuyorsanız ya da onu cezalandıramıyorsanız yani silahsız almış eline, onu nasıl cezalandıracaksınız ki, olmaz. İstediğiniz kadar arttırın cezayı. Zaten bir güvensizlik var.
Şeye gelince ben bunu biraz yarı şaka yarı ciddi söyleyeceğim. Yani avukatlara, baroya tabii biz böyle davaları üstlenmeyin diyemeyiz. Çünkü bu işin yargıcı da var, aynı şeyi ona da söyleyemeyiz. Yargıç ta olmasın. Zaten toplum kendi cezasını kendisi versin diye bakalım.
Bu paramiliter güçlerin özendirildiği ve buna dayanılmaya başlanan bir toplum anlayışına karşı gerçekten bir değişimi öngören, bir demokrasiyi öngören bir toplumsal projenin bir parçası olarak elbette ki silahsızlanma da gündemde olacak ama tek başına sanki başa çıkılamayacak. Çünkü sistem bizi tartıştırır ama başa çıkılmasını engeller, gerçekten onu engellettirmez, bırakır. Çünkü orada biz böyle kendi kendimize didiştikçe öbür tarafta büyük alanda - silah kaçakçılığını da bir kenara bırakın - sistem bunun üzerine oturuyor diye düşünüyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN AV. HÜLYA KESİM
Bu panelde konuşulan, görüşülen, tartışılan ve sonuç olarak getirilen önerilerin hepsini biz birlikte değerlendirip bir sonuç bildirgesi hazırlayacağız ve bu sonuç bildirgesi ileride yapacağımız etkinliklerin ve çalışmaların bir meşalesi olarak bizim yolumuzu aydınlatacak ve nice böyle etkinliklere, çalışmalara önderlik edecek.Gerçekten çok teşekkür ediyorum. Ben çok keyif aldım ve çok bilgilendim bu tartışmadan, bu toplantıdan. Umarım buradaki herkes te aynı duyguları paylaşıyordur benimle. Teşekkürler diyorum tekrar.
Bireysel Silahsızlanma "Bilinçsiz Silahlanmanın Etkileri ve Ortak Mücadele" Paneli 20 Kasım 2000 tarihinde İstanbul Barosunda gerçekleştirilmiştir.
- İ.B.Bireysel Silahlanmaya Karşı Mücadele Komisyonu Sonuç Bildirgesi
- Gün geçmiyor ki maçta, düğünde, aile içinde, sokakta vurularak öldürülen isimler ile karşılaşmayalım.
Çünkü burası Türkiye;
Çünkü Türkiye’de isteyen ruhsatlı,isteyen ruhsatsız silahla dolaşabiliyor.Çünkü Türkiye’de gazeteciler, televizyonlar, fotoğraflar,haberler, diziler ve filmler silaha ve şiddete özendirirler.İstanbul Barosu “Bireysel Silahlanmaya Karşı Mücadele Komisyonu”, “Umut Vakfı” ile işbirliği yaparak ölümlere, yaralanmalara karşı mücadele veriyor. Bireysel Silahlanmanın her boyutunu gözlem altına alıyoruz. Bu mücadelede bize el vermeniz için, bu konuda çarpıcı bilgiler ve 20 Kasım 2000 tarihinde düzenlediğimiz “Bilinçsiz Silahlanmanın Etkileri ve Ortak Mücadele Semineri”nin sonuç bildirgesini sizlere sunuyoruz.- Son dönemde İstanbul’a Güneydoğu’dan yoğun miktarda silah geliyor. Bu bölgede Devletin hakimiyeti sağlamasından sonra elde kalan silahlar batı bölgelerine getirilip çetelerin kullanımına sunuluyor. Tek sermayeleri korku olan çeteler, güçlerini silah ile yaratıyor,
- Terör örgütlerinin tasfiyesi ile birlikte elde kalan silahların da çetelerin kullanımına sunulması sözkonusu,
- Türkiyede ruhsatsız silah girişi olduğu gibi ruhsatlı silahların da amaçdışı kullanımı gündemde,
- Pompalı tüfeklerin sayısı % 300 artışı var; çünkü ruhsat almak çok kolay,
- Karadeniz’de birtakım kişilere silah yapma izni verilmesi vahim tehlikelere yol açmış durumda. Bu silahlara 6136 s. K. 12. m uygulanamıyor ve cezası çok az.
- Silah verilirken alınan kart paraları silah ruhsatı verilmesini teşvik ediyor.
- Televizyonlarda silah kullanma özendiriliyor. (11 mafya dizisine karşı 1 polis dizisi var)
SONUÇ- Silahlanmada en önemli tehdit; politikacıların teşviki ve buna karşı mücadeledeki yetersizlikler nedeni ile sıradan vatandaşların silahlandırılmasıdır. Herkesce bilinmektedir ki bir tehdidi tümüyle yok etmenin yolu EĞİTİMDİR.
Hukuksal düzenlemeler kısıtlı birtakım çözümler sağlayabilir. Ülkemizde yaygın ve bilinçsiz silahlanma derin toplumsal kökenlere dayanmaktadır. Toplumsal düzenlemenin yapılması hukuksal düzenlemeden daha etkili olacaktır. Bu bağlamda Türk toplumunun silaha verdiği geleneksel önemin çok iyi araştırılması ve bu geleneksel yapının önüne nasıl geçileceği tesbit edilmeli (özellikle Güneydoğu ve Karadeniz Bölgelerinde); üzücüde olsa bilmeliyiz ki, silah geleneği ilkel hakların geleneğidir her ilkel gelenek her halkta vardır ve medenileştikçe bunlar geçer.- Silah ruhsatı verilirken balistik inceleme yapılmalıdır. Bürokratik araştırma dışında psikolojik araştırmanın da yapılması gerekir. En önemlisi de silah ruhsatının ehliyet ruhsatı gibi eğitime tabi tutulmasıdır. Çünkü silah taşıyan bir insan için en büyük tehlike silah taşımaktır. Çünkü bu silahla,
- Kendinizi vurabilirsiniz,
- Yakınınızı vurabilirsiniz,
- Yakınınız sizi vurabilir,
- Silahınızı düşman kapar ve sizi vurabilir.
Dolayısıyla bu kadar tehlikeli bir maddeyi, üzerinizde taşımak için eğitim şart olmalı. Diğer yandan yivsiz av tüfeklerinin (çifte/tekli tabir edilen) dışındaki tüm tüfeklerin vahim silahlar kapsamına alınması ve ruhsata bağlanması gerekir. Bunun en açık göstergesi toplumumuzda son dönemlerde bireysel katliamlarda pompalı tüfeklerin kullanılır olmasıdır.- Genel olarak sırf cezaların arttırılmasıyla olumlu sonuç alınabileceği terkedilmiş bir görüş olmakla birlikte halen komik durumdaki para cezalarının ağırlaştırılması kısmen de olsa caydırıcılık sağlayacaktır. Bunun yanında tüm silah mevzuatında dağınıklığın önlenmesi ve tek düzen içinde birleşmesinin sağlanması; af kanunları ve/veya af hükmünde kanun ve kararnameler çıkarılması.
- Toplumumuzda artarak devam eden futbol maçları ve düğünlerden sonraki silahlı olaylar için caydırıcı ceza normları tayin olunmalı. Bu normları kurarken öncelikle aşiret hukukundan kurtaracak düzenlemelere gidilmeli,
- Basın her zaman barış kültürünü hayatın her alayında savunmalı ve mücadelesini vermeli; zira bireysel silahlanmanın önlenmesi ve silahla gelen şiddetin etkilerinin yok edilmesinde medyanın çok önemli rolü var. Toplumun en etkili kitle haberleşme araçlarından televizyonlarda ve diğer görsel medyada sanal cinayetler, sanal linçler ve şiddete yönelik yayınlar kontrol edilmeli. RTÜK üyeleri etkin ve yetkin kişilerden oluşturulmalı; ayrıca yazılı medyada haberlerin gazetecilik etiği içinde verilmesi gerekir.
- Oyuncak silahların /kuru-sıkı tabancaların yasaklanması (Avrupa’da birçok ülkede yasaklandı) ve diğer kesici/delici aletlerin de 6136 sayılı Kanun kapsamına alınması,
- Ruhsatsız tabancaların illegal yapımı özellikle Karadeniz Bölgesinde önlenmeli ve bunun için etkin önlemler alınmalı,
- Toplu silah kaçakçılığında veya cürüm işlemek için teşekkül oluşturma babındaki silah kaçakçılında cezalar ağır olmasına rağmen bireysel silahlanmada ağır değildir. Bireysel silahlanmada da cezaların artması/ağırlaştırılması kısmende olsa caydırıcılık sağlar.
- Ruhsatlı işlenen suçlara da ceza getirilmeli ve mevcut cezalar arttırılmalı,
- Yeni yasal düzenlemelerle en başta yapılması gereken daha önceleri olduğu gibi ruhsatsız silahların ruhsata bağlanması değil tüm ruhsatsız silahların ruhsata bağlanması değil tüm ruhsatsız silahların toplanması ve elkonulmasıdır.