Ulusal Psikiyatri Kongresi Bireysel Silahlanmada Demografi Paneli

27 Ekim 2007  Kadın ve Silah Konulu Tebliğ - Nazire Dedeman

Kadın ve Silah Konulu Tebliğ
Nazire Dedeman


Swissotel / Neuchatel Salonu
27 Ekim 2007
9:45-11:15

Değerli katılımcılar,

Öncelikle aranızda bulunmaktan son derece mutlu olduğumu belirtmeliyim. Davet ettiğiniz ve bireysel silahsızlanma konusundaki katkılarınız için çok teşekkür ederim.

Umut Vakfı’nı; gençlerimizi şiddetten uzak, hukukun üstünlüğüne inanan ve bu sorumlulukları taşırken de uyuşmazlıkları barışçıl yollarla çözebilen bireyler yetiştirmek üzere kurduk. Böyle bir çerçeve içerisinde de “Bireysel Silahlanmaya Hayır.” çalışmalarımızı başlattık.

Bireysel silahlanma ile mücadele, en az silahlanma ile mücadele kadar önemlidir. Bu iki farklı kavramın insanlığa verdikleri zararlar aslında eştir. 2001 yılı içerisinde savaşta hayatını kaybedenlerin sayısı 300.000 kişi olarak raporlanırken, aynı yıl içerisinde barışın hüküm sürdüğüne inanılan toplumlarda, ateşli silahlarla işlenen cinayetler, gerçekleşen kazalar ve intiharlar neticesinde 200.000 kişi hayatını kaybetmiştir.

Türkiye’de ateşli silahlarla meydana gelen olayların yaygınlığını, cana, mala, toplumsal güven ortamına verdiği zararı göz önünde bulundurduğumuzda, bu konuda yapılacak her türlü çalışmanın son derece gerekli ve önemli olduğunu hiç kuşkusuz kabul ederiz.

Psikoloji Sözlüğü’ne göre “Şiddet”, “düşmanlık ve öfke dugularının, kişilere veya nesnelere yönelik fiili, yıkıcı fiziksel zor yoluyla dile getirilmesi”dir ve bu haliyle her türlü çatışma ilişkisinde (ailede, okulda, gruplar, ırklar, vb. arasında) rastlanan şiddet, saldırganlığın özgürlüğü, insan iradesini hiçe sayan en ileri, en aşırı boyutudur”. Hiç kuşkusuz, insan bir diğer insana fiziksel ve psikolojik olmak üzere farklı şekillerde şiddet uygular. Bu anlamda son derece geniş bir literatür mevcuttur.

Şiddetin en uç noktası bireysel silahlanmadır. Silahın tek işlevi “öldürmek” veya “yaralamak”tır. Ateşli silahın yalnızca bulundurulması dahi potansiyel öldürme ve yaralama olaylarına geniş bir zemin yaratır. Bu gerçekten hareketle; aynı toplum içinde yaşayan bireylerin herhangi bir ideolojiye ait olmaksızın, ateşli silahlar ve bıçaklar ile diğer aletlerle donanmasını “Bireysel Silahlanma” olarak tanımlıyoruz.

İnsanlar neden silahlanırlar? Bu soruya verilen cevaplar, Bakırköy Psikiyatri ve Tedavi Araştırma Merkezi’nin (BAPAM), 10.000 silah ruhsatı başvurusu üzerinde yaptığı bir araştırmada şöyle sıralanıyor: 
İş riski nedeniyle % 35, 
Evde bulunsun diye % 23.6, 
Merak ve hobi olarak %16.7, 
Avcılık veya atıcılık gerekçesiyle %12.7, 
Meslek gereği % 6.8, 
Hatıra yani intikal nedeniyle % 5.2. 

Bu soruya verilen en yaygın cevaplardan diğeri ise ‘güvenlik nedeniyle’dir. Can güvenliği mazeretine sığınarak silah edinenlerin asıl gerekçeleri, aslında kendilerinin de farkında olmadıkları topluma ve kendine güvensizliktir. Topluma ve kendisine güvenmeyen insanlar silahın gölgesine sığınırlar.

Silah, güç göstermenin, kahramanlığın, yenmenin, yiğitliğin, zafer kazanmanın simgesidir. Freud’a göre gayet açık ve net olarak silah bir erkeklik simgesidir ve silahla ilgili olarak yapılan eylemlerde erkeklik organının yaptığı eylemlere paraleldir.

Erkek adamın silahı olur. Toplumumuzda erkek çocuğu silahlandırma yaşı sünnet yaşıdır. Erkek çocuğun artık erişkinler grubuna geçebilmesi için mutlaka silahla temas etmesi, silah kullanmayı öğrenmesi ve silahın getirdiği erkeklik değerlerini öğrenmesi gereklidir. Kan davaları ve namus cinayetleri... Bu iki sebeple adam öldürmenin toplumda kendilerine saygın yer edinecekleri, şana ve şöhrete kavuşacakları, kahraman olacakları öğretisiyle yetiştiriliyor çocuklarımız.

Peki kadının bireysel silahlanma ile oluşan şiddet ortamındaki yeri nedir?

Silahın kadın ve erkek üzerindeki etkileri, cinsiyet temelli eşitliksizlik nedeniyle birbirinden farklıdır. Uluslararası Hafif Silahlar Eylem Birliği’nden aldığımız bilgilere göre; eğer bir evde ateşli silah mevcutsa, ölüm riski diğer şiddet türlerine kıyaslandığında 12 kez artar. Dünya’da, her yıl 30.000’den fazla kadın ve kız ateşli silahlarla öldürülüyor. Milyonlarcası ise silah zoruyla tehdit ediliyor, kaçırılıyor, tecavüze uğruyor, korkutuluyor ve travmalar yaşıyor.

Ülkemizde ise Adli Tıp Enstitüsü’nün geriye dönük 12 yılı içine alan bir araştırmasında tüm eş öldürme vakalarında silahın %35 oranında kullanılmış olduğunu görüyoruz.

2000 yılında İstanbul’da tek Kadın Tutuklu Evi olan Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi’nde BAPAM tarafından yapılan bir çalışmada görülüyor ki, kadın  mahkumların %40’ı adam öldürme suçundan dolayı ceza evinde ve bu kadınların öldürdüğü şahısların neredeyse %80’i eşleridir. Kadın, suçu, kocasının silahıyla işlemektedir.

Çok açıkça ortadadır ki; evde silah bulunması potansiyel olarak aile içi şiddete ve suça zemin oluşturur. Aynı zamanda, evde silah bulunması kadın ve çocuk üzerinde sembolik bir baskı aracı, sembolik şiddet kaynağıdır. Erkeklerin silahlanması neticesinde, savaşlarda da olduğu gibi mağdur olanlar hep kadınlar ve çocuklardır. Unutulmamalıdır ki; bireysel silahlanmada mağduriyet çift taraflıdır. Öldüren hapise, ölen ise mezara gider. Her iki mağduriyetin tek kaynağı ise silahın (evdeki) mevcudiyetir.

Bizim gibi ataerkil toplumlarda, özellikle gündelik hayattaki toplumsal ilişkiler içinde, iktidar, erkek tarafından temsil edilir.  İktidarın bu temsiliyeti, hiyerarşinin güçlü olduğu ve otoritenin merkezi öneme sahip olduğu geleneksel kültürler içinde, toplumsal kabullerin onayladığı hatta takdir ettiği bir durumdur. Şiddetin, en azından iki taraf arasındaki bu gayrı-insani ve tahakkümcü mevcudiyeti, o toplumu oluşturan tüm insanların katkısıyla kültürel bir kabul haline dönüşür. Kadın ve erkek ortak olarak bu kabule katılırlar. Ve tahakküm kadının mağduriyeti olsa bile, kadın; “ana”, “karı” ya da “kaynana” olarak bu tahakkümü kabullenir ve hatta kültürel bir durum olarak onaylar; üstelik bu eşitsiz durumu bir sonraki kuşağa aktarır.

Bu perspektifle bakıldığında, kadına yönelik şiddeti, kadın ve silah konusunu tartışırken; sözkonusu şiddet ortamında kadının rolünü gözden kaçırmamamız gerekir.

Anne olarak kadın; erkek ve kız çocuğunu yetiştirirken, onların cinsiyet rollerini edinmelerinde başrole sahiptir.

Geleneksel kültür içinde ataerkil kültürü baştacı eden kadın, bu ortamda hayatı pahasına, insan olarak varlığının farkında olmaz. İşte o kadın, bir erkeğin insan olarak kıymeti olmayan ‘bacısı’, ‘karısı’, ‘kız çocuğu’ olmayı baştan kabul eder. Ayrıca, kız çocuğuna iyi bir ‘bacı’, iyi bir ‘karı’, iyi bir ‘gelin’ olmayı öğretir. Burada “iyi” olmaktan kasıt; insan haklarına saygılı, demokratik kültürün “yanlış” olarak nitelediği önyargılar ile kültürel değerleri “doğru” kabul eden erkek egemen zihniyetin ve tahakkümcü geleneğin kadınlar tarafından sorgulanmadan benimsenmesidir. Bu şu demektir: “Töre”, “namus” gibi kavramlar kadınların yaşam hakkını gaspetmektedir. Fakat, ataerkil zihniyet içinde yetişen kadın kendisinin ve diğer kadınların yaşam hakkını “töre”ye ve “namus”a kurban edebilir... Çünkü erkek egemen zihniyet içinde “iyi” yetiştirilmiş bir kadından beklenen budur.

Erkek çocuğu ise sünnet düğününde, altın kakmalı, kıymetli maden ve taşlarla süslendirilmiş ateşli bir silahla yiğitliğini taçlandırır. Bu ateşli silahın namlusu, sıklıkla, kadın olmaktan kaynaklanan rollerini yerine getirmeyene çevrilir... Ya da bu rolü uygulamamaktan kaynaklanan suçluluk ve kirlenmişlik duygusuyla kadın kendi kendini yok eder.

İşte bu nedenle anne’ler, ‘büyük anneler’ bu makus talihin karşısında durmalı ve geleneğe karşı çıkmalıdırlar.

İşte bu noktada soruyoruz:

Kadınlar geleneğin karşısında durarak, köle olmaktan, şiddete maruz kalmaktan nasıl kurtulabilirler?

Kadın, kızını dövmeden, onu mahkum olduğu hayattan layık olduğu hayata taşıyacak hale nasıl gelir?

Kocasını ve oğlunu, yiğitliğin silahla değil ‘barış’, ‘uzlaşma’, ‘insan-birey-yurttaş’ olmayla taçlandırılabileceğine nasıl ikna eder?

Bireysel silahlı şiddetin durmasında nasıl roller üstlenebilir?

Umut Vakfı olarak, bu soruların gerçek cevaplarını bilimsel bir zeminde bulmak üzere; kadının bireysel silahlanma ile oluşan şiddet ortamındaki yeri hakkında bir komisyon çalışması ve arama toplantısı gerçekleştireceğiz...

Çalışmamızın amacı; ülkemizdeki kadınların, gelecek kuşakların yetişmesindeki ve toplumsal zihniyetin biçimlenmesindeki etkin aktörler olarak; bireysel silahlanmayla oluşan şiddet ortamındaki yerini ve rolünü tanımlamak ve çözüm sürecindeki rolünü tayin etmektir.

Ele alınacak konular ise şunlar olacaktır: 
• Türkiye’de farklı sosyal, siyasal ve ekonomik statülerde bulunan kadınların ateşli silah bulundurmaları, taşımaları, ateşli silahla şiddete uğramaları, ateşli silahla şiddet uygulamaları, 
• Çocukların oyuncak silahla ilişkisinde kadının ‘anne’ olarak rolü, 
• Erkeklerin silahla ilişkisinde kadının ‘eş’ olarak rolü

Burada bulunan siz değerli bilim insanlarına duyurmaktan mutluluk duyuyorum ve katkılarınızı bekliyorum...

Fakat; bu çalışma öncesinde en azından şu tespitleri rahatlıkla yapabiliriz:
• Ateşli silahlı şiddetten en fazla zarar görenler kadın ve çocuklardır.

• Bir evde silah var ise; o silah bir gün mutlaka patlar... O silah kadın ve çocuk üzerinde bir baskı ve şiddet aracıdır... Her zaman yaşam haklarını ellerinden alacak bir tehdittir. Ve bu tehdidin sahibi “erkek”tir...

• Çocuklar, silahlı şiddetin tehlikeleri ile ilk önce evde karşılaşırlar. Anne olarak erkek çocuklarına silah, kız çocuklarına bebek vermek onları yanlış yetiştirmektir. Silahın tehlikeleri, varlık sebebi, işlevi, sevdiklerimizi kaybetmemize neden olduğunu çocuklarımıza anlayabilecekleri bir dille anneler ve babalar tarafından anlatılmalıdır.

• Kadınlar olarak eşlerimizin ve etrafımızdaki erkeklerin silahlarını önce biz ayıplamalı ve kınamalıyız... Bizim yaşam hakkımızı tehdit eden her türlü yanlış geleneği önce biz kadınlar kınamalı ve karşısında durmalıyız. Sonra da bu yanlış gelenekleri çocuklarımıza bir değer olarak öğretmemeliyiz.

Sözlerimi burada noktalarken, bireysel silahsızlanma konusunda kadınlara düşen görev şu olmalıdır: Erkeğin silahlanmasına muhalefet edelim. Silah kullanmanın Türk erkeğinin geleneği olduğunu kafamızdan önce biz silelim ve bundan erkeğin ilkelliği olarak söz etmeye başlayalım. Bu şiddet kültürsüzlüğünü gelenek olarak kabul etmeyelim. Bu geri kalmış kültürün altında kadına ve çocuğa baskı yatmaktadır. Erkek namus koruyan, namus temizleyen konumuna getirilmiştir. Bu temizlik silahla kadınları katletmek suretiyle yapılmaktadır.

Dinleme sabrını gösterdiğiniz için teşekkür ederim.
Umut dolu yarınlara...